A - I n f o s
a multi-lingual news service by, for, and about anarchists
**
News in all languages
Last 40 posts (Homepage)
Last two
weeks' posts
The last 100 posts, according
to language
Greek_
中文 Chinese_
Castellano_
Català_
Deutsch_
Nederlands_
English_
Français_
Italiano_
Polski_
Português_
Russkyi_
Suomi_
Svenska_
Türkçe_
The.Supplement
The First Few Lines of The Last 10 posts in:
Greek_
中文 Chinese_
Castellano_
Català_
Deutsch_
Nederlands_
English_
Français_
Italiano_
Polski_
Português_
Russkyi_
Suomi_
Svenska_
Türkçe
First few lines of all posts of last 24 hours ||
of past 30 days |
of 2002 |
of 2003 |
of 2004 |
of 2005 |
of 2006 |
of 2007 |
of 2008 |
of 2009 |
of 2010 |
of 2011 |
of 2012 |
of 2013 |
of 2015 |
of 2016 |
of 2017
Syndication Of A-Infos - including
RDF | How to Syndicate A-Infos
Subscribe to the a-infos newsgroups
{Info on A-Infos}
(tr) sosyalsavas - Kıskançlık: Sebepleri ve Olası Tedavisi - Emma Goldman
Date
Tue, 21 Mar 2017 12:52:11 +0200
Yoğun ve bilinçli bir içsel hayatı olan hiçkimse, zihinsel acı ve ıstıraptan azade olmayı
umut edemez. Şeylerin sonsuza dek iyi gitmesi arzusunun yerine gelmeyişinden duyulan keder
ve çaresizlik, hayatımız boyunca bizi bırakmayan kalıcı duygulardır. Fakat bu duygular
bize dışarıdan dayatılmaz; esas kaynağı şu ya da bu kötücül kişilerin kötücül eylemleri
değildir. Bu tür duyguları koşullandıran şey, varlığımızın ta kendisidir; daha doğrusu
varoluşumuzda bize eşlik eden bin türlü müşfik ve hoyrat ipliğin birarada dokunmuş halini
yansıtır. ---- Yaşadıkça bu gerçeğin farkına varmamız mutlak bir zorunluluktur, çünkü
başlarına gelen talihsizliklerin başka insanların kötülüğü ve sefilliğinden kaynaklandığı
düşüncesinden asla kurtulamayanlar, kendi varlıklarının doğal parçaları kadar kaçınılmaz
bir olgu olan birşeyden ötürü sürekli başkalarını suçladıkları, başkalarını tahakküm
ettikleri ve mütemadiyen sebepleri başkalarında aradıkları için, benliklerine musallat
olan küçük küçük kinlerive habis dürtüleri hiçbir koşulda aşamazlar. Dolayısıyla bu tür
insanlar gerçek insani tutumların yüceliğine de erişemezler; iyi ile kötünün, ahlaki olan
ile ahlaksız olanın, insan duygularının hayat denizinde kabarıp alçalan dalgalara
benzediğini kavrayamazlar.
"İyi ile kötünün ötesindeki" filozof Nietzsche, şimdilerde nedense ulusal nefretlerin ve
makineli tüfek kıyımlarının müsebbibi olarak mahkum ediliyor; oysa ancak kötü okurlar ve
kötü öğrenciler Nietzsche'ye dair böylesi yorumlarda bulunabilirler. "İyi ile kötünün
ötesine" olmak, her türlü kovuşturmanın ötesinde olmak, yargılamanın ötesinde olmak,
öldürmenin ötesinde olmak, öldürmenin ötesinde olmak vb. demektir. Zaten İyi ile Kötünün
Ötesinde kitabı, gözlerimizin önüne, bize benzemeyen ve bizden farklı olan herkesi
anlamaya çalışmakla birleşen "kendini ortaya koyma"ya dayalı bir şahsilik tablosu serer.
Bu saptamayı yaparken, demokrasinin insan karakterininkarmaşık yönlerini, dışsal eşitlik
yoluyla düzene koymayı hedefleyen hantal girişimlerini kastediyor değilim. "İyi ile
Kötünün Ötesinde"nin ufku, bireyin kendi olma, kendi kişiliğine sahip çıkma hakkını işaret
eder. Üstelik bu imkanlar hayatın dolayı acı çekmeyi dışlamaz; fakat, kendisi dışında
herkesi yargılamaya kalkan püritence doğruluk iddiasını kesinlikle dışlar.
"Katıksız" radikalin (sizin de bildiğiniz gibi yarı-pişmiş çok insan da vardır), bu derin,
insanca bilinci cinselliğeve aşk ilişkisine taşıması gerektiği açıktır. Cinsel duygular ve
aşk, varlığımızın en mahrem, en yoğun ve duyarlı ifade yolları içinde yer alırlar; insanın
fiziksel ve psişik yapısında , her aşk ilişkisine -başka bütün aşk ilişkilerinden tamamen
farklı olarak- bağımsız bir ilişki damgasını vuracak ölçüde derine işlemişlerdir. Başka
bir ifadeyle, her aşk, aşka düşen iki insandaki etkileri ve karakteristik özelliklerinin
sonucudur. Aynı doğrultuda, her aşk ilişkisi, doğası gereği mutlak anlamda şahsi bir
ilişki olmak durumundadır. O aşka ne devlet, ne kilise, ne ahlak ne de başka insanlar
karışabilir.
Ne yazık ki gerçek hayatta işler böyle yürümüyor. İnsanın en mahrem ilişkisi, yasaklarla,
düzenlemelerle ve baskılarla denetim altına almaya çalışılıyor; oysa bu dışsal faktörlerin
hepsi de aşka mutlak anlamda yabancı olgulardır. Aşk ile yasalar arasındaki bitmek bilmez
çelişkiler ve çatışmaların temel sebebi budur.
İşte bu sürecin sonunda, yozlaşma ve değersizleşme hepimizin aşk hayatına bulaşıyor.
Şairlerin dillerinden düşürmedikleri "saf aşk", şu anda evlilik, boşanma ve yabancılaşma
kıskacında hakikaten çok ender rastlanan bir tür durumuna düşmüştür. Aşkın ölçütleri para,
sosyal konum ve mevki olarak görüldüğü sürece, fahişelik kaçınılmazdır; ilişkilerin
meşruiyet ve ahlak peleriniyle örtülmüş olması bu tabloyu ortadan kaldırmaz.
Kötürümleşmiş aşk hayatımızda en yaygın haliyle gözlenen kötülük kıskançlıktır; kıskançlık
genellikle de, yalan söyleyen, aldatan, ihanet eden ve can alan "yeşil gözlü canavar" diye
tabir edilir. Halkta yaygın olan kanı, kıskançlığın doğuştan gelen bir dürtü olduğu ve bu
yüzden insanın kalbinden asla döküp atılamayacağı yönündedir. Haliyle bu fikir, sebep-
sonuç ilişkilerini irdeleme yeteneği ve isteğinden yoksun olanların gözünde son derece
elverişli bir gerekçedir.
Kayıp bir aşktan, aşkın sürekliliğini sağlayan ipliğin kopmasından duyulan ıstırap,
gerçekten de varlığımızın içsel bir parçasıdır. Duygusal keder, çoğu yüce lirik şiire,
derin kavrayışlara ve Byron, Shelley ve Heine gibi insanların şiirsel yüceltmelerine esin
vermiştir. Peki ama bu elem, kıskançlık diye bilinen duyguyla kıyaslanabilir mi? Elem ve
kıskançlık, bilgelik ve salaklık kadar, incelik ve kabalık kadar, vakar ve hayvani şiddet
kadar birbirine benzemez duygulardır. Kıskançlık, anlayışlı olmanın, sempati duymanın,
cömertliğin tam zıttıdır. Kıskançlık insan karakterine asla bir şey katmadığı gibi,
hiçkimseyi büyük ve iyi bir insan da yapmamıştır. Gerçekte kıskançlık, insanı öfkeden
dolayı kör eden, şüpheden dolayı küçülten ve imrenmeden dolayı katılaştıran etkenlerin
başında gelir.
Evlilik trajedileri ve komedilerinde envai çeşidini gördüğümüz kıskançlık, değişmez
biçimde tek yanlı, bağnaz, aklını kendi doğruluğuyla bozmuş, kurbanının zalim, aşağılık ve
suçlu olduğuna inanan bir savcıdır. Kıskançlık, anlamaya kalkışmaya bile tenezzül etmez.
Kıskanç insanın tek arzusu, cezalandırmak ve mümkün olduğunca ağır şekilde
cezalandırmaktır. Bu dürtü düelloda ya da yazılı olmayan yasalarda temsil edildiği
şekliyle "şeref" koduyla somutlaştırılmıştır. Bu kodun şart koştuğu çarelerden başlıcası,
bir kadının ayartılmasının, onu ayartan adamın ölümüyle ödenmesi gerektiğidir. Ayartmanın
olmadığı, iki kişinin en içten dürtülerine canı gönülden karşılık verdikleri hallerde
bile, şeref ancak kan (ister erkeğin, ister kadının kanı) dökülmesiyle temizlenebilir.
Kıskançlık, sahip olma ve öc alma dürtülerinin burgacındadır. Toplumda hala geçerli olan
ve genellikle bir takım toplumsal haksızlıklardan kaynaklanan bir suçun ağır bir şekilde
cezalandırılıp öcünün alınması şeklindeki barbarca anlayışa dayalı cezalandırma
yasalarıyla tam bir uyum içindedir.
Kıskançlığa karşı çok güçlü bir argümanı, Morgan, Reclus ve onlara yakın düşünceli başka
tarihçilerin, ilkel insanlar arasındaki cinsel ilişkilere dair olarak sağladıkları
verilerde bulabiliriz. Bu tr tarihçilerin çalışmalarını takip etmiş olanlar, monogaminin
(tekeşliliğin), kadınların eve kapatılması ve erkeklerin onları kendi mülkiyetlerinde
görmelerinin sonucu olarak ortaya çıktığını; ayrıca, seks tekeli doğurup kaçınılmaz bir
şekilde kıskançlık yaratan, insanlığın doğuşundan çok sonraki çağlarda rastlanmış bir
cinsellik yolu olduğunu bilirler.
Kıskançlığın temeli, tek bir erkeğin tek bir kadınla (veya bunun tersi) seks yapma
tekeline sahip olduğu varsayımına dayandığından, geçmişte, erkeklerle kadınların -arada
yasalar ve ahlak olmadan- serbestçe ilişki kurdukları devirlerde kıskançlık diye bir duygu
olamazdı. Bir insan bu varsayımı yok saymaya, bu kutsal hükmü çiğnemeye kalktığı an
kıskançlık bütün silahlarını kuşanır. Böylesi koşullarda kıskançlığın tamamen doğal
olduğunu iddia etmek gülünçtür. Gerçekte de kıskançlık, yapay bir sebebin yapay bir
sonucudur, başka bir şey değil.
Ne yazık ki, seks tekeliyle ayırt edilen ilişkilere sadece tutucu evliliklerde rastlanmaz;
özgür diye bilinen birliktelikler de seks tekelinin kurbanıdırlar. Dolayısıyla, bu durumu
kıskançlığın doğal bir nitelik olmasının başka bir kanıtı sayan bir argüman ortaya
atılabilir. Ancak akılda tutulması gereken bir gerçek de, seks tekelinin kuşaktan kuşağa
kutsal bir hakmış gibi, ailenin ve yuvanın saflığının temeliymiş gibi aktarılmasıdır.
Tıpkı kilise ile devletin seks tekelini evlilik bağının tek güvencesi olarak görmeleri
gibi, mazur görülen kıskançlık da mülkiyet hakkının korunmasının meşru silahıdır.
Şimdi, birçok büyük insanın seks tekelinin bir yasaymış gibi görülmesine burun
kıvırdıkları doğruyken, aynı olguya eşlik eden başka gelenekleri ve alışkanlıkları
aşamadıkları da başka bir vakıadır. Dolayısıyla bu insanlar, sahip oldukları "eşya"lar
tehlikeye düşünce, muhafazakar komşuları gibi "yeşil gözlü canavar"ca kör edilmiş olarak
davranırlar.
Sevilen kişinin dışsal cazibesine kapılmayacak ya da bu etkeni hareketlerine
bulaştırmayacak kadar özgür ve büyük bir erkek ya da kadının, muhafazakar dostlarınca
hakir görüleceği, radikal dostlarınca da alaya alınacağı kesindir; bu tutumu sürdürürse,
ya dejenere olmuş ya da korkak biri damgasını yiyecek, çoğunlukla da bu tutumunda maddi
bir çıkarı olduğu ithamıyla yüz yüze gelecektir. Her koşulda, özgürce ve büyük
davranmasını bilen bu tür insanlar, kaba dedikoduların ya da iğrenç esprilerin hedefi
olacaklardır. Üstelik, bu tür saldırılara maruz kalmalarının tek sebebi de, karıları,
kocaları ya da aşıklarına, bedenlerinin kendilerinin olduğunu bilme ve kendi duygularını
ifade etme haklarına tam bir saygıyla yaklaşmaları, araya giren bir başkası olması
durumunda kıskançlık mizansenlerine meyletmemeleri ya da hayvanca tehditlere
başvurmamaları olacaktır.
Kıskançlıkta başka faktörler de etkilidir elbette: erkeğin kibri, kadının imrenmesi.
Cinsel konularda erkek, serüvenleriyle ve kadınlara karşı başarıyla sonsuz biçimde övünen
bir palavracı ve müstebbittir; çocukluğundan itibaren kulağına mütemadiyen, kadınların
fethedilmeyi istedikleri, ayartılmayı sevdikleri yolunda sözler fısıldandığı için fatih
rolünü oynamakta ısrar eder. Avludaki tek horozun ya da ineği elde etmek için
boynuzlarıyla çarpışan tek boğanın kendisi olduğuna inandığından, sahneye (ki bu, ince
düşünceli diye bilinen erkekler arasında bile, kadının cinsel aşkının tek bir efendiye ait
olması gerektiğine inanmayı sürdüren bir sahnedir) bir rakip çıkar çıkmaz kibrinin ve
gururununölümcül bir yara aldığı vehmine kapılır.
Başka bir deyişle, yüz vakanın doksan dokuzunda "erkeğin öfkeyle donanmış kibriyle
birlikte seks tekelinin tehlikeye düşmesi" kıskançlığın ilk sebepleridir.
Kadına gelince, kendisi ve çocukları adına duyduğu ekonomik korku ile destekçisi olan
erkeğin gözlerinde ilitfata mazhar olan başka her kadına duyduğu küçük imrenmeler, kadında
değişmez biçimde kıskançlık doğurur. Kadınların hakkını teslim ederek söylenmelidir ki,
geçmiş yüzyıllarda fiziksel çekicilik, kadının alışverişe sokabileceği tek malı olmuştur;
kadın bu kıymetli mülkünden faydalanmasını engelleme ihtimali olan başka kadınların
cazibesi ve değerini kıskanmaya ihtiyaç duyması bu yüzdendir.
Meselenin grotesk yönü, erkeklerle kadınların genellikle, gerçekte fazla ilgi duymadıkları
kişilerden dolayı şiddetli kıskançlık krizlerine kapılmalarıdır. Yani bu "korkunç
yanlışlığa" karşı feryadı basmalarının asıl sebebi, öfkeyle donatılmış aşkları değil,
öfkeyle sarılmış kibirleri ve imrenme duygularıdır. Bir kadının o anda şüphelenmekte
olduğu ve casus gibi takip ettiği erkeği daha önce hiç sevmemiş olması muhtemeldir. O
kadının daha önce aşkını korumak adına kılını bile kıpırdatmamış olması da muhtemeldir.
Fakat ne zaman ki bir rakip ortaya çıkar, kadın, hiçbirşekilde adice ve zalimce görmediği
şeyi savunmak adına hemen cinsel mülküne değer vermeye başlar.
Anlaşılıyor ki, kıskançlık aşkın meyvesi değildir. Aslında kıskançlık vakalarının çoğunu
derinlemesine araştırmak mümkün olabilseydi, büyük aşkı daha az tatmış insanların
kıskançlıklarının aynı ölçüde şiddetli ve alçakça olmaya meylettiğini gözleme ihtimalimiz
çok yüksek olurdu. İç uyumla ve bir olma duygusuyla birbirine bağlı iki insan, ikisinden
biri dışsal cazibelere kapılır diye karşılıklı güvenlerini tamir etme duygusu
duymayacakları gibi, ilişkileri yersiz bir husumet duygusundan dolayı da son bulmaz.
Sevilen kişinin yapacağı tercihini içten içe yediremeyebilirler, zaten yedirmelerini
beklemek de şart değildir, fakat bu her iki cins de diğerine, sırf o kendisine çekici
gelmiyor diye incitici bir kabalıkla davranma hakkını tanımaz.
Daha sonraki konuşmalarımda çeşitliliği ve tekeşliliği uzun uzun tartışacağım için, birden
fazla kişiye aşık olabilen insanları sapkın ya da anormal saymanın tam bir cehalet timsali
olacağını belirtmenin dışında, burada bu konu üzerinde daha fazla durmak istemiyorum.
Kıskançlığın sebeplerine dair daha önceleri dikkat çektiğim çeşitli etkenlerin yanına,
şimdi, devletin ve kilisenin hararetle benimseyip destekledikleri bu görüş, "doğru
yaşama"nın ve "doğru davranma"nın ahlaki kriteri olarak kabullenilmektedir.
Hem ayak bağı olan hem de sarsılmalara yol açan bütün değişkenleri ve çeşitlilikleriyle
aşkta, kıskançlığın kendi doğasından gelip gelmediğini merak etmenin fazlaca bir anlamı
yoktur. Bir erke ile bir kadın "şu andan itibaren siz tek bir beden ve ruhsunuz"
formülüyle resmen birleştiklerinde, ilişkilerini küçüklük, adilik, şüphe ve hınçtan başka
ne doldurabilir? Etrafınızdaki, dışarıdan ilgilere ve arzulara kapalı, her düşüncesi ve
duygusu çiftin birbirine bağlı olacak şekilde bir araya gelmiş herhangi bir evliliğe bakın
ve kendinize böyle bir ilişkinin zaman içerisinde nasıl nefretle dolu ve katlanılmaz bir
hale dönüşüp dönüşmeyeceğini sorun.
Oysa zaman içinde prangalar şu ya da bu yolla mutlaka kırılır; bu durumu ortaya çıkaran
koşullar genellikle insanı aşağılayıcı ve değersiz nitelikte olduğu içindir de, bir
hesaplaşma yaşanıyormuş gibi, bir noktadan itibaren devreye en adi, bencilce ve sefilce
insani özellik ve dürtülerin girmesinde şaşılacak hiçbir yan yoktur.
Başka bir ifadeyle, bugünkü doğal olmayan aşkımız ve seks hayatımızın kökeni, hukuksal,
dinsel ve ahlaki baskılardır. Budalalıkları, cehaletleri ve önyargılarından dolayı zavallı
ölümlülere işkence eden kamçı budur.
Oysa hiçkimse, bu koşulların kurbanı olduğu bahanesine sarılarak kendini haklı göstermeye
kalkışmamalıdır. Hepimizin kötü niyetli toplumsal düzenlemeler, baskılar ve ahlaki körlük
yükü altında acı çektiğimiz tabii ki doğrudur. Fakat bizler, amaçları insani ilişkilere
hakikati ve adaleti sokmak olan bilinçli insanlar değil miyiz? İnsanın koşullarının ürünü
olduğu teorisi, olsa olsa kayıtsızlığa ve bu koşulların uysalca kabullenilmesine yol
açmıştır. Yinede insan -bütün yaratıkların "şahika"sı- düşünme ve bakma yeteneğiyle,
hepsinden önemlisi, kendi gücü ve iradesine başvurma kapasitesiyle donanmış bir varlık
olduğu halde gittikçe zayıflar, edilginleşir ve kaderci bir ruh haline girerken, sağlıksız
ve haksız bir hayat tarzına uyum sağlamanın bu boşvermişliği pekiştirmekten başka sonuç
vermeyeceğini herkes bilir.
Sevilen kişilerin ve insanın kendi benliğinin özsel yönlerini eşelemekten daha korkunç ve
ölümcül bir hal yoktur. Böyle bir tutum ancak ilişkiyi hala tutan ince ipliklerin
kopmasıyla sonuçlanabilir ve nihayetinde bizi, aşkın, dostluğun ve saygının tükenişini
kıskançlıkla önlemeye çalıştığımız son hendeğe getirir.
Kıskançlık gerçekten de aşkı güvenceye almak bakımından zavallıca bir yoldur fakat
özsaygıyı yoketmenin de en kesin yoludur. Zira kıskanç insanlar, dedikoducu insanlar gibi,
en bayağı davranışlara saparlar ve eninde sonunda etraflarına yalnızca iğrenme ve haset
duygusu saçarlar.
Aşkın kaybedilmesinden ya da iyi ve güzel düşünceler besleyebilen insanların aşklarının
karşılıksız kalmasından asla kabalık çıkmaz. Duyarlı ve iyi olan insanların, kendilerine
zoraki bir ilişkiye hoşgörüyle bakıp bakmayacaklarını sormaları bile bu
saptamayıdoğrulamaya yeterlidir; böyle bir sorunun duyarlı her insandaki karşılığı
şüphesiz "hayır" olacaktır. Fakat çoğu insan da, birbirlerine uzun süredir aynı duyguları
beslemiyor olmalarına rağmen birbirlerinin yakınında bulunmaya devam ederler; işte bu
yakınlık da mahrem yazışmaları ifşa etmekten cinayete değin her türlü yönteme başvurmakta
beis görmeyen kıskançlığın devreye girmesi açısından bereketli bir topraktır. Görülüyor
ki, böylesi bir dehşet atmosferi karşısında açık davranmak ve olgunca bir tutum takınmak,
basbayağı bir cesaret ve özgürlük eylemidir.
Kıskançlığın kabalığına karşı kuvvetli bir kalkan, erkek ile kadının tek bir beden ve tek
bir ruh olmamalarıdır. Erkek ile kadın, farklı mizaçlara, duygulara eğilimlere sahip iki
ayrı insandır. İkisi de, kendi fikirleri ve tutumlarıyla hareket eden, kendi çapında küçük
birer kozmostur. Eğer iki ayrı dünya özgürlük ve eşitlik içerisinde birbiriyle buluşursa,
bu muhteşem ve şiirsi bir haldir. Bu birleşme kısacık sürse bile kıymetlidir. Fakat, iki
ayrı dünya, güzellikleri ve rayihaları ellerinden alınmış olarak bir arada durmaya
zorlanırsa, geriye ölü yapraklardan başka hiçbirşey kalmaz. Bu apaçık gerçeği kavramayı
başarmış olan herkes, kıskançlığa boyun eğmeyecek ve kıskançlığın Demokles'in kılıcı gibi
başının üstünde sallanmasına müsaade etmeyecektir.
Tüm aşıklar sevdiklerine kapıları açık bırakma konusunda ellerinden geleni yaparlar. Aşk
bir bekçi köpeğiyle karşılaşma korkusu olmadan gittiğinde ve geldiğinde, kıskançlık
nadiren kök salacaktır çünkü kilidin ve anahtarın olmadığını, kıskançlığı dallandırıp
budaklandıran iki unsur olan şüpheye ve güvensizliğe yer olmadığını pek yakında anlayacaktır.
Emma Goldman
Çeviri: Necmi Bayram
*Agora Feminist Kitaplık serisinden alıntılanmıştır
http://sosyalsavas.org/2017/03/kiskanclik-sebepleri-ve-olasi-tedavisi-emma-goldman/#more-31027
________________________________________
A - I n f o s Anartistlerce Hazirlanan, anartistlere yonelik,
anartistlerle ilgili cok-dilli haber servisi
Send news reports to A-infos-tr mailing list
A-infos-tr@ainfos.ca
Subscribe/Unsubscribe http://ainfos.ca/mailman/listinfo/a-infos-tr
Archive http://ainfos.ca/tr
A-Infos Information Center