A - I n f o s
a multi-lingual news service by, for, and about anarchists **

News in all languages
Last 30 posts (Homepage) Last two weeks' posts

The last 100 posts, according to language
Castellano_ Català_ Deutsch_ English_ Français_ Italiano_ Polski_ Português_ Russkyi_ Suomi_ Svenska_ Türkçe_ All_other_languages _The.Supplement
{Info on A-Infos}

(tr) kara mecmuA #8-hiç kimsenin askeri olmayacaksak

From kara mecmu-A <kara@mecmu-a.org>
Date Fri, 17 Jan 2003 08:30:20 -0500 (EST)


 ________________________________________________
   A - I N F O S  H A B E R  S E R V İ S İ
            http://www.ainfos.ca/
        http://ainfos.ca/index24.html
 ________________________________________________
(Yavuz Fani)
hiç kimsenin askeri olmayacaksak eğer...

Hayatta hakikaten seçebileceğimiz tek şey,
paradokstur.

Peşinen belirteyim: Bu yazıda aşağı yukarı hiç bir
yeni fikir yoktur; savaşların ve savaşa karşı
çıkışların da yeni olmadığı gibi. Kendi benimsediğim
ya da oluşturduğum ifadelerle bir yeniden yazım
çabasıdır. Yapmaya çalıştığım da anarşizmin savaş
karşıtlığı düzlemindeki söylem ve örgütlenme
sorunlarını tartışmaya açmak.

Savaş karşıtlığı ve bunun etrafında dönen söylem ve
örgütlenme gittikçe daha çetrefilli bir hal alıyor.
Türkiye'deki mücadele açısından sadece teori
düzleminde değil pratik düzleminde de bunu
tartışabilmek için yeterince ön veriye sahibiz. On
yıldan fazla bir geçmişi olan savaş karşıtı mücadele
ve örgütlenme (Eski zamanlarda Barış Derneği ve
benzerleri örgütlenmeler de vardı. Ancak bunların
söylem ve yapılanmaları savaş karşıtlarınınkine göre
önemli farklar gösterdiği için bu yazıda onları
tartışma dışı bırakmak niyetindeyim.) bir çok açmazı
ve paradoksu barındırır bir nitelikte. Buna pragmatist
nedenlerle savaş karşıtı duruşu kullanmaya kalkanları
da eklerseniz, daha da karmaşık bir sorunla karşı
karşıya olduğumuz görülür. Türkiye'de aslında sadece
tartıştığımız konu değil, başka birçok konuda da
grupların ya da çevrelerin eylem ve ifade adabından
yoksun oldukları aşikar. Düşüncelerini elbette ki
biliyoruz ama, savaş karşıtı etkinliklerde bir
cengaver söylemi kullanarak kendini ifade etmeye
çalışmak, asgari olarak bir edep yoksunluğunun
işaretidir. Açılan her alanı olan bitene gözünü
yumarak kullanmaya ve içini boşaltmaya çalışmak,
birçok sol grubun genel alışkanlığı. Bunu
Galatasaray'daki oturma eylemlerinden başlayarak
birçok alanda gözledik, gördük ve sanırım bu
bahtsızlığı daha da yaşayacağız. Tabi bundan, bir
oranda da kendine asli alanlardan biri olarak savaş
karşıtlığını seçmişlerin (bizler de dahil) hiç
sorumluluğunun olmadığını düşünemeyiz. Bu sorumluluğun
yeterince yerine getirilememesindendir ki, potansiyel
militan avına çıkmış bazı politika bezirganları, geçer
akçe olarak gördükleri özgürlükçü yaklaşımların
sözleriyle konuşmakta ve kavramlarını işlerine geldiği
kadar dillendirmektedirler; bu boşluktan kendilerine
yer açmaya, faydalanmaya kalkmaktadırlar. Sadece doğru
sözü söylemek ve doğruluk abidesi gibi orta yerde
durmak tahakkümcü militarist sistemin tekerine çomak
sokmak için yeterli değildir. Aynı şekilde
biri(leri)nin çıkıp total retlerini açıklamaları
üzerinden refleks göstermek de (iyi ki bu noktadaki
refleksimiz ve dayanışma algımız güçlü, kendi
hakkımızı da yemeyelim o kadar) yetmiyor. Başka
alanlarda paralel faaliyetler yürüten gruplarla bir
senkron tutturarak, hareket alanımızı genişletmemiz,
daha fazla alanı özgürleştirmemiz ve rahat nefes
alabilmemiz mümkünken, her bir parçamız çeşitli alan
hareketleri olarak duruyor ve büyük oranda sadece
zaruri hallerde buluşabiliyor. Belki Mehmet Bal'ın
reddini açıkladıktan sonra tutuklanması ve direnişiyle
birlikte gerçekleştirilen dayanışma etkinliklerini
geleceğe doğru yayıp sürdürerek bir ön adım
atabiliriz. Nitekim bu kampanyaya katılan gruplara
yenileri de eklenerek bir tartışma başladı. 'Haydi
hayırlısı' diyeyim. Hatta demekle de kalmayayım, benim
için bu hayırlının neler ifade ettiğini, bana göre
savaş karşıtı bir duruşun nasıl olduğunu, yani total
ret tavrı etrafında oluşan tartışma ve örgütlenmenin
dayanaklarını kurcalayayım biraz.



Total Reddin Dayanakları

Bu tartışma ve oluşumun dayanaklarının daha sağlam
olması için savaş karşıtı söylemin esas aldığı bazı
noktalara yeniden işaret etmek, bunları biraz daha
geliştirmek gerektiği kanaatindeyim. Bu söylem mevcut
hakim politik ve sosyal örgütlenmenin bütün ön
belirlenimlerini reddetmek üzerine kuruludur
öncelikle. Yani herhangi bir sosyal grubun üstünlüğünü
kabul etmez (ulus, sınıf, cinsiyet grubu vs.),
herhangi bir sosyal grubun kendi hakimiyet mücadelesi
için öne sürdüğü aklama gerekçelerini kabul etmez
(haklı savaş, temiz savaş gibi), ezilme konumunu
reddedip ortadan kaldırma çabasında olmakla birlikte,
kendisini bu kompleks üzerinden kurmaz (mazlumluk
durumunu pozitif bir ön veri olarak ortaya koymaz,
sadece mazlumluğu bütün var olma halleriyle ve
sonuçlarıyla ortadan kaldırmak için uğraşır, mücadele
eder.) Kendi üstünde bir iradeyi kabul etmez.
Dolayısıyla minicik iktidarlardan emir komuta
zincirlerine kadar her dereceden hiyerarşiyi, insanlar
arasındaki ilişkilerin derecelendirilmesini, hayatın
hakimiyet alanlarına ve hakimiyet kategorilerine denk
gelecek şekilde örgütlemesini reddeder; adil ve özgür
ilişki ağları oluşturmaya çalışır. Ayrımcılığa dayalı
bütün sosyal varoluş biçimlerini ortadan kaldırmaya,
dolayısıyla erkek egemen kültürün ve örgütlenmenin en
büyük ve asli organlarından, kurumlarından biri olan,
hatta başında gelen militarist aygıtı ortadan
kaldırmayı en önemli uğraşlarından biri olarak görür
(karşı bir ordu oluşturma gayreti içerisinde olmaz.
Çünkü karşı bir ordunun zamanla yine kendisine karşı
olacağını bilir. Desantralizasyonu kendisine dayanak
olarak alır.) karşısına aldığı aygıtın sahiplerinin
kendilerine yakıştırdıkları ideolojik ve politik
nitelemeyi önemsemeksizin, bizzat onun varoluşuna,
özünde bulunana, yani iktidara, zulme, sömürüye
karşıdır ve bu yüzden bunları kendinde barındıran
yapının adına bakmaz. Bunları yapanın varlık biçiminin
emperyalist devlet ya da sosyalist cumhuriyet, halk
cumhuriyeti, federal devlet olup olmamasına bakmaz. Bu
ikincil bir konudur. Militarist aygıtın
faaliyetlerinin kendisiyle olan fiziksel uzaklık ya da
yakınlığına bakmaz. Bu faaliyetlerin
gerçekleştiriliyor olması bir ön veri olarak
yeterlidir. Yakında ya da uzakta, bu 'coğrafya' da ya
da başka bir 'coğrafyada', komşuda ya da kendi
hanesinde olmasını öncelikle önemsemez, (hiçbir yer
bize ırak değildir, hepsi de yakındır.) hatta dünya
dışına uzaya bile yayılmış olsa. Militarist varoluşun
aktif hale gelmesini beklemez ona karşı direnmek ve
reddetmek için. Yani savaş karşıtı duruşunu sadece
sıcak savaş durumda uyandırmak için uykuda tutmaz.
Zira militarizm zaten her haliyle özgürlüğe kasteden
bir savaş hali içerisindedir. Kışlada hizaya
sokulmakla okulda hizaya sokulmak, evde atanın
karşısında hizaya sokulmak arasında bir nitelik farkı
ya da derece farkı gözetmez. Sadece şunu bilir ki,
okul ya da aile içerisindeki ilişkilerin katılık
derecesi görünürde değişebilir ama, militarist aygıt
için bu asla geçerli değildir. Çünkü orada tartışmasız
bir metalik (demir ya da çelik deniyor buna) disiplin
gereklidir. Hazır olmak durumun disiplinle ilgili
çağrışımını bildiğinden, rahat olma halini seçer ve
hayatını da bu şekilde oluşturur. Tabi rahatlık hali
sorumluluğu ve öz disiplini dışlamaz. Savaş karşıtı
hareketin, en azından bir özgürleştirme ihtimalini,
hakkını vererek sürdürebilmesi için daha sağlam bir
görüntüye ihtiyacı olduğu açık.

İnsanın emeği üzerinde sadece kendisinin tasarruf
hakkı olduğundan hareketle, emek sömürüsüne (tabi ki
başka sömürülere de) karşı olduğu gibi, bunun
biçimlerinden biri olan angaryaya da karşıdır ve
askerlik hizmeti denen zorla ve ücretsiz çalıştırma,
dahası ölümüne ve öldürmesine bir emek sömürüsüne
(asgari olarak zorla mıntıka temizliğine) de karşıdır.


Mutlak ve çıplak bir heteroseksist hakimiyet
kurumsallaşmasıdır militarizm. Hatta bedensel bir
ayrımcılık biçimidir aynı zamanda. Bütün uzuvları
tamam olan, yani 'sakat' olmayan,
heteroseksüelliğinden şüphe duyulmayan (dolayısıyla
kışlada birbirlerinin bedenlerine dair arzular da
beslemeyecekleri öngörülen), bütünüyle 'sağlam' olan
ve bu sağlamlıkları dolayısıyla da diğerlerinden üstün
olduklarına inandırılan/inanıyormuş konumunda olmaktan
başka bir çaresi olmayan insani unsurlardan, erkek
elemanlardan müteşekkil bir mekanizmadır. Dolayısıyla
bunun karşısındaki tutarlı bir duruş da bedensel ve
cinssel ayrımcılıklara kayıtsız-şartsız karşı
olmalıdır. ('Özürlüler' haftasının açılış konuşmasını
yaparken söze 'Atatürk'ün de dediği gibi, sağlam kafa
sağlam vücutta bulunur' diyebilen bakanların varolduğu
bir ülkede yaşadığımızı da ayrıca hatırlamak gerek.)

Başkalarını kurtarmayı ya da başkaları tarafından
kurtarılmayı reddeder bu duruş. Çünkü, mutlak
kurtarıcı kuruntusunu hiçbir zaman tartışma konusu
bile yapmayan bir kurumla karşı karşıyadır. Bu
nedenle, bu iki durumun iktidarı nasıl yarattığını ve
beslediğini, koruyup yeniden yarattığını bilir.



Savaş Karşıtı Örgütlenme ve Söylemin Bazı Sorunları

Dünyanın bir çok yerinde Türkiye'deki anti-emperyalist
söyleme değil de savaş karşıtı olarak sunulan, başka
bir deyişle küresel anti-militarist özgürlükçü söyleme
yakın ve oldukça güçlü/yaygın hareketler var. Bu
hareketler ve kullandıkları dil hem terminoloji, hem
de dolaysız algılanma düzeyinde, eksik olmakla
beraber, oldukça tutarlıdırlar. Bunun önemli
nedenlerinden biri de alan hareketi olarak ortaya
çıkmaları ve kendilerini böyle var etmeleridir. Yani
parti ve benzeri örgütler şeklinde tezahür
etmemeleridir, dolayısıyla bütün toplumsal sorunlarla
ilgili olarak söz söylemeyi ve faaliyette bulunmayı
değil, seçilmiş/öncelik verilmiş bir alanda bunu
yapmayı daha çok önemserler. Bir yere kadar da dar
alanın avantajını kullanarak, daha rafine bir duruş
sergilerler. Ancak tıkanıklığın ortaya çıktığı nokta
tam da burasıdır işte. Bir alana yoğunlaşıp oraya
gömülürken diğer tarafları, başka mecralarda akmaya
devam eden hayatı ıskalamak Bu sadece anti-militarist
hareket için değil, yeni sosyal hareketler başlığı
altında anılan diğer hareketler için de geçerli. Kendi
özerk yapılarını koruma kaygısıyla fazla içe
kapanarak, kapalı bir dil oluşturmak ve
genişleyememek, giderek (öyle öngörülmese de)
dışlayıcı hale gelmek ve kendi kavramlarıyla hareket
alanına hapsolmak. Hatta bu nedenle kendisine mal
edilen kavramlara mahkum olmak.

Örneğin, Türkiye'deki anti-militarist hareketin ciddi
kusurlarından biri de vicdani ret kavramını
yerleştirmiş olmasıdır. Oysa bu kavramı yerleştiren
bizler, total retçilerden oluşmaktaydık. Biraz daha
geniş bir alan hareketi olmaya çalışmak derdi, şimdi
daha da rahatsız olduğumuz bir kavramı yerleştirmekle
yüz yüze getirdi bizi ve o zaman bunu pek
hesaplamadık. Bırakalım sivil hizmeti ya da sivil
itaatsizliği kim dert ediyorsa, kendi dert alanına
dair mücadele tarzını ve söylemini oluştursun. Sonra
nerede buluşup buluşamadığımıza bakalım. Farazi
müttefikler için söylem oluşturmak bize düşmesin. Ama
sorunu politika yapmak ekseninde ve yanlış olarak
ortaya koyduğumuzda sürükleneceğimiz yer kaçınılmaz
olarak burasıydı. Bunu ta o zamanlardan söyleyenler de
oldu ama politika yapmak derdinde olan arkadaşların
sesleri arasında güme gitti onların sözleri.
Kurumsallaşma derdinde olan savaş karşıtı
örgütlenmeler bu söylemi mümkün olduğunca görmezden
geldiler. Bu yolla kendilerine de kötülük ettiler.
Çünkü beslenme kaynaklarını kuruttular. Oysa İzmir
Savaş Karşıtları Derneği'nin berrak söylemini
oluşturan ana unsur, anarşizmdi. Örgüt içi
çatışmaların kör girdabı, oldukça tutarlı bir anarşist
anti-militarist söylemle birlikte reel politikleri de
dibe doğru çekti. Total retçilerin kendi duruşlarını
daha net olarak ortaya koymaları, vicdani ret genel
kavramıyla anılan diğer reddetme biçimlerinin ortaya
çıkışına bir engel değildir aslında. Vicdan gibi
mistik çağrışımlı bir kavram da başka taraflara
çekilmeye oldukça müsait bir kavramdır ve bizi
gereksiz tartışmalarla oyalar. Ayrıca vicdan denen öğe
çok genel olarak 'eylerkenki iç sesimiz bir bakıma
bize hükmeden ses'olarak tanımlarsak, içimizdeki
babaya ya da tanrıya kadar varır ucu. Oysa total ret
kavramı bu açıdan sorunlu ve mistik değildir. Derdini
direkt ve açık anlatabilen bir kavramdır. Kişinin
doğuştan başlayan, başkalarıyla eşit olma halini baz
alır. Yani doğumumuzdan başlayıp, ölümümüzle biten
başkalarına devredilmeyen ve miras bırakılmayan
hakları. Bir nevi doğal hukuktur bu. Sivil
itaatsizliğin var saydığı iyicil kamu vicdanıyla da
aynı şey değildir. Sivil itaatsizlik pozitif bir kamu
vicdanının varolduğu varsayımından hareket eder, ona
seslenir ve onu kışkırtmaya çalışır. Oysa itaatsiz
kendisinin ve başkalarının dokunulmaz bir beden ve
mana bütünlüğü olduğunu ve bunu başkalarının tahakküm
altına alamayacağını bildirir kendi tavrıyla. Eylemi,
bunu karşısındakilerin anlaması ve bu doğrultuda
varılacak bir mutabakatı içermez. Bu onun sorunu
değildir. Bu yüzden politikayı ve diplomasiyi değil
doğrudan eylemi seçer.

Benim anladığım itaatsizliğin en önemli öncülü elbette
öncelikle bir kendi olma hali ve sürecidir.
İtaatsizin/total retçinin ilk hareket noktası, kendi
bedensel ve ruhsal bütünlüğü üzerinde başkalarının
tahakkümünü ve karar verme halini reddetmesidir. Yani
karar anı ve hareket tarzının başlama yeri ilkin
bireysel bir haldir. Kendisindeki potansiyeli fark
etme ve ortaya çıkarma hali. Ardında benzerlerine,
karşılıklı olarak seçebilir, seçilebilir olanlara
ulaşır, dayanışır, eyleşir. Yani örgütlenmeye
başlarLAR. Hayatın bir bütün olarak demilitarizasyonu
ancak bu yöndeki bir hareketlenmenin yaygınlaşmasına
bağlıdır çünkü. Denendi ve biliyoruz. Tutuşturulmuş
celp kağıtlarının dumanıyla gayet iyi haberleşiliyor
ve hava durumu ne olursa olsun, mesajlar doğru
gidiyor. Hayatı bize zindan eden herhangi bir celp
kağıdını, emirnameyi, tüzüğü, yasayı ve anayasayı bir
tutuşturmayı deneyelim; illaki doğru haber gider başka
taraflara. Varlık alanımızı daraltan bütün her şeyin
yakımı ve yıkımıyla başlar özgür bir yaşam. Bunun en
önemli ve ilk adımı da 'hayır' demektir. Zira 'sadece
emir cümlelerinin sonunda değil, reddediş cümlelerinin
sonunda da ünlem vardır' ve ünlemeye başladığımızda
illaki sesimizi duyan olacaktır. Birlikte ünlemek;
tahakkümcü kafaların taşıdığı bütün kulaklar sağır
olana kadar; özgürlük alanlarında kulak taşıyan her
kafadan 'baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş'
cümlesi geçene kadar. Ama oraya varışımızın
kolaylaşması için bir yürek ferahlığına ve geniş bir
bakış açısına ihtiyacımız var. Bu olmadığı sürece
başkalarına ulaşmamız zorlaşır.

İşte bunu zorlaştıran unsurlardan başka birini de,
yine vicdani ret kavramında olduğu gibi, şiddetten
arınmışlık kavramı oluşturuyor. Bu kavrama ve eyleme
biçimine sahip olan arkadaşların bir çoğu, kendi
fikriyatlarının epeyce doğru olduğu kuruntusuna
kapıldı ki, Türkiye'deki anti-militarist hareketin
örgütsel olanaklarını daha çok kendileri için
kullandılar ve şiddet karşıtlığı nitelemesini
kullanmayan arkadaşlara saygıda biraz kusur ederek,
buldukları her fırsatta kendi söylemlerini öne
çıkararıp, eyleme alanının daralmasına katkıda
bulundular (Burada kastettiğim daha çok, kapanan İzmir
Savaş Karşıtları Derneği ve onun son dönemlerindeki
işlevi ve faaliyetleridir). Yeniden bir genişleme için
bunu biraz tartışmamız gerekiyor.

Nalıncı keseri gibi hep kendine yontmanın bir
göstergesi olmaktan kurtulmalı artık pasifist/şiddet
karşıtı hareket. Çünkü artık kendisine de ciddi
zararlar verir hale gelmiştir. Oldukça sekterdir.
Türkiye'deki pasifist hareket. Çünkü kendisini mutlak
bir iyi gibi olarak sunmaktadır. Daha iyisi olmayanın
kötü çağrışımı da olmasın diye kendisine pasifist
değil de şiddetten arınmış hareket demeye başlamıştır.
Ama gücünü kendi varlığından değil de anarşizmin kabul
edilmemesi zor negatif söyleminden aldığını unutarak
ya da öne çıkarmayarak. Şiddetten arınmış mücadele
tarzlarının mutlaklığı üzerinden hareket eden
arkadaşlarımızın, bir kısmının bazen kasıt derecesine
varmaya açık, dikkatsizliklerinden biridir savaş
karşıtı duruşu şiddetten arınmış eylemle bir görmek.
Hele retlerini açıklamış arkadaşların bir kısmının
kendilerini şiddet karşıtı olarak nitelememelerine
rağmen (bu onların şiddet yanlısı oldukları anlamına
gelmez; sadece kendilerini nitelerken öne çıkarmayı
seçtikleri sıfat bu değildir) bile bile bunu yapmak,
özensizlikten ya da dikkatsizlikten öte bir durumdur.
Savaş karşıtı, şiddet karşıtı, tahakküm karşıtı duruşu
ve mücadeleyi kavramsallaştırmaya çalışırken bir
pencereden bakmak, kendisinden başkasını yok saymak,
biriciklik kuruntusu içerisinde olmak, kendi hallerini
de sakatlayan bir yaklaşımdır. Tahakküm ve savaş
karşıtlığının öncülleriyle anarşizmin öncülleri
arasında bir sorun olmadığı gibi, bunlar birbirleriyle
örtüşen ve biri diğerini besleyen öncüllerdir.
Kendisine anarşist deyip de bunun hakkını vermeyen,
yer yer de anarşizmle taban tabana zıt konumlarda olan
kişi ve toplulukları baz alarak çıkarsamalarda
bulunmak, ne şiddet karşıtı duruşa, ne de onu da
içeren daha kapsayıcı bir söyleme sahip olan anarşizme
bir yarar sağlamaz. Karşılıklı pozisyonları müttefik
olmaktan öte olan bu iki halden (çoğu zaman bir hal)
birini göz ardı etmek, savaş karşıtı mücadelenin
motivasyonunu kırmaya yarar ancak. Zaten Türkiye'deki
anti-militarist mücadelenin kısa tarihine bakarak
rahatça görebiliriz bunu. Kendi haneyi şahanesine
kapandıkça güç ve enerji kaybetti şiddet karşıtı
örgütlenmeler. Sonuçta varılan yer de İSKD'nin
kapanması oldu. Üstüne de 'bu topraklarda bu kadar
oluyormuş' ya da 'halk bizi anlamadı'ya varacak
yorumlar geliştirilebildi ancak. Bu işin bu kadar
olmadığı da, derdini yeterince anlatabildiğinde çok
kimsenin anladığı ve ittifak yapmaya çalıştığı ya da
zaten doğal müttefikler oldukları da Mehmet Bal
örneğinde bir kez daha görüldü. Mehmet şiddet karşıtı
pozisyonunu görece daha sorunsuz ve tutarlı olarak
ortaya koyan ve bunu örneklerken de kendisiyle
birlikte olabilecek var olma biçimlerini (tabi ki
anarşist varoluşu da) ötelemek bir yana, oldukça şık
bir biçimde gerçekleştiren bir eyleme tarzıyla yüz
yüze geldi ve bundan etkilendi. Kendi sözünü ve
eylemini çok anlaşılır ve takdir edilir bir tarzda
ortaya koymasında, bunların önemli bir payının
olduğunu asla unutmamak gerekiyor. Bu topraklara zorla
bu kadar nüfuz eden tahakkümcü militarist kültüre
karşı genişlemeyi bir takıntı haline getirmeyerek
genişleyen bir hareket alanı da buradan çıkmıştır ve
bundan sonraki şansının kaynağı da burasıdır.

Diğer türden davranış bir büyüklenme komplesi içerir
ve kendi yanı başımızdakileri görmezden gelmeye veya
hor görmeye vardırır. Eğer şiddetten arınmış eyleme
biçimi de bunu dert ediyor ise, Avrupa ve Amerika'daki
bazı grupların deneyimlerini ve bunların sonuçlarından
hareketle çıkartılmış paket programları, misyoner
pozisyonlarını bir yana bırakarak, çeşitliliğe
yönelmeyi önemsemelidir. Yoksa kendisinin olduğu gibi,
hemen burnunun dibindeki diğer hareketlerin de
güdükleşmesine ve yavanlaşmasına neden olur ve daha
geniş bir eylem ve düşleme alanın oluşmasına değil,
marjinalleşmeye ve yalnızlaşmaya katkıda bulunur.
Bugün hareket alanımızda kısmi bir atomize olma ve
bunalma durumunun etkileri halen hissedilebiliyor ise,
bunun müsebbiplerinden biri de bu yaklaşım tarzıdır.
Tabi ki iğneyi kendi tarzıma da batırmıyor değilim.
Bunu da başka bir yazıya bırakıyorum.

Savaş karşıtı söylemin tıkandığı ya da kendini çok
berrak ifade edemediği bir nokta da bazı çatışma ve
mücadele biçimlerine yaklaşımdır. Örneğin 'savaşa
hayır ama sınıf savaşına evet!' diye kendisini ifade
eden yaklaşım biçimi, en azından, ifade için
kullandığı ibareler dolayısıyla sorunludur. Buradaki
söylemde savaş ile savaşımın, yani mücadelenin
karıştırıldığı kanaatindeyim. Dolayısıyla sınıf
mücadelesi ve gerilla mücadelesinin militarist
kapsamda değerlendirilmesi gibi bir sakatlığı
barındırıyor bu yaklaşım. Savunanı da reddedeni de her
türden gerilla mücadelesini militer bir örgütlenme
olarak gördüğü ya da böyle görmediğini net olarak
ifade etmediği sürece, bu haksız ve yanlış yorumun
yükünü ve sorunlarını taşımaya devam edeceğiz. Elbette
gerilla tarzı mücadele biçimleri bir yanıyla militer
yapılar yaratmaya ya da oraya doğru evrilmeye fırsat
verecek nüveler taşırlar, ama bu mutlak olarak oraya
doğru evrilecekleri anlamına gelmez. Bu tartışmanın
tam orta yerinde duran bir örnekle anlatmaya
çalışayım. İspanya'da 1930'lu yıllarda yaşanan
çatışmalar için İspanya Devrimi nitelemesi kullananlar
da var, İspanya İç Savaşı nitelemesi kullananlar da.
İç savaş diye nitelediğimizde, kaçınılmaz olarak bir
ülke içerisinde iktidarı elde etme ya da elde tutma
üzerinden bir çatışmanın yaşandığı öncülünden hareket
etmiş oluruz. Resmi bakışın da yansıtmaya çalıştığı
budur. Ama maalesef iktidarsızlık noktasından
baktıkları halde bu nitelemeyi kullananlar da var.
Oysa İspanya'daki durumda söz konusu olan, bir
iktidarın kendisini koruma refleksiyle savaş açması,
devrimciler açısından ise, bu iktidarı yıkarken bir
iktidarsızlık alanı yaratma ve bunu yaparken de
çeşitli çatışma biçimlerini göze alma çabasıdır.
Marksist solun anladığı dilden bir devrimci iç savaş
durumu da değildir yaşanan. Bunun için savaşan gruplar
olsa da İspanya'daki durumun asıl renginin anarşist
bir renk olduğunu hesaba kattığımızda, yaşananın bir
iç savaş ya da devrimci iç savaş değil, çok net olarak
devrimci bir durum yaratmaya çalışanlarla, bu devrimci
durumu engellemeye ve yok etmeye çalışanlar arasında
bir çatışma olduğunu görürüz. Yani sadece İspanya'daki
iktidar açısından bir savaştır bu. Diğerleri açısından
bir devrim.

Kaldı ki bu tartışmayı başka bir alana da taşıyarak
şunu da söyleyebilirim, canlılara zarar vermeden
sabotaj ve benzeri yöntemlerle gerilla mücadelesi
kapsamında görebileceğimiz tarzda kendilerini ifade
eden gruplar da mevcut. Bazı ülkelerin, Earth First,
ELF (earth liberation front), ALF (animal liberation
front) gibi grupları terörist örgüt listelerine
koymaları bu açıdan dikkat çekicidir. Maalesef bazı
pasifist yaklaşımlar da bu devletçil söylemi bir
şekilde benimsemekteler. Sabotaj bana göre el
çabukluğuyla terör kapsamında ya da bir çeşit savaş
kapsamında ele alınacak bir mevzu değildir.
Devletlerin ya da devletleşmeye yönelmiş toplulukların
da sabotaj yöntemleri kullanıyor olmaları bu yaklaşımı
haklı çıkarmaz. Dahası devletleşmeyi bir hedef olarak
önüne koymuş örgütlerin kendi silahlı güçleri hakkında
gerilla sıfatını kullanmaları da doğru değildir. Çünkü
söz konusu elemanlar gerilla değil askerdir bana göre.
Gerilla taktikleri de kullanıyor olmaları
yanıltmamalı. Zira varolan devletlerin ve orduların da
gerilla taktikleri kullandığı oluyor. Kontr-gerilla
yapılanması da bunun sonucudur. Oysa gerillanın konumu
tahakküm, savaş ve sömürü makinasını ortadan kaldırma
konumudur. Neyse bu mevzuyu uzatmıyorum. Çünkü üzerine
çok da ahkam kesecek halde değilim.

Savaş karşıtlığı-anarşizm ilşkisindeki bir başka
netameli nokta da, kendini ifade ediş eksikliği ve
örgütlenmelerdeki yetersizlik ve dağınıklık
dolayısıyla, başka grupların ve politik yapıların
suistimallerine açık olmasıdır. Anarşizmin söylemleri
bazen utangaçça, bazen farkında olup da farkında
değilmiş gibi davranarak, bazen de kör parmağım gözüne
hesabı açıktan kullanıldı ve kullanılmaya devam
ediliyor birçok politik yapı tarafından. Türkiye'de de
şu sıralar özellikle bazı Troçkist gruplar, otonomcu
marksist ve özgürlükçü sosyalist sıfatı yakıştırılan
gruplar tarafından yapılıyor bu, tabi ki dış
bağlaşıklarının bu yöndeki tavırlarını örnek alarak.
Kullandıkları anti-kapitalist söylemden tutun da
sembollerine kadar en hafifinden apartmacılık olarak
nitelenebilecek bir davranış içerisinde olan bu
gruplar elbette ki, Seattle, Prag ve Cenova'da yankı
bulan küresel kapitalizme karşı gösterilerdeki
anarşizm etkisini gözleyerek, yelkenlerini bu rüzgarla
doldurmaya aday kişilere çengel atmak güdüsüyle
yapmaktalar bunu. Malum olduğu üzere, Türkiye'de
yaygın bir takiyecilik var. Solumuzun bir kısmı da
buna bulaşmaktan imtina edemiyor. Buradan kendilerine
ekmek olmadığını anlamaları daha ne kadar zaman alır
bilinmez. Ama bunları söylerken kendimizin de şahane
olduğu vehminde değilim. Kara kedinin bile
anarşistlerin yaygın bir sembolü olduğunu bilmeyen ve
Troçkistler'in kullandığı, siyah boya kutusuna düşmüş
tekirle karıştıran bir çok insan var olduğuna göre,
biraz daha kılımızı kıpırdatmamız gerekiyor.

*******
                             *******
       ****** A-Infos Haber Servisi ******
      Anarşistlerle ilgili ve anarşistleri ilgilendiren haberler
                       ******
		TALİMATLAR: lists@ainfos.ca
		YANITLAR: a-infos-d@ainfos.ca
		YARDIM: a-infos-org@ainfos.ca
		WWW: http://www.ainfos.ca/
		BİLGİ: http://www.ainfos.ca/org

-A-infos'tan tek dilde ileti almak için lists@ainfos.ca'ya aşağıdaki mesajı gönderin:
                unsubscribe a-infos
                subscribe a-infos-X
 X = en, ca, de, fr, it, pt, vb. (yani, dil kodudur)

A-Infos Information Center