A - I n f o s
a multi-lingual news service by, for, and about anarchists **

News in all languages
Last 30 posts (Homepage) Last two weeks' posts

The last 100 posts, according to language
Castellano_ Català_ Deutsch_ English_ Français_ Italiano_ Polski_ Português_ Russkyi_ Suomi_ Svenska_ Türkçe_ All_other_languages _The.Supplement
{Info on A-Infos}

(tr) kara mecmuA #8-devletler ve patronlardan başka terörist yok

From kara mecmu-A <kara@mecmu-a.org>
Date Tue, 4 Feb 2003 02:28:31 -0500 (EST)


 ________________________________________________
   A - I N F O S  H A B E R  S E R V İ S İ
            http://www.ainfos.ca/
        http://ainfos.ca/index24.html
 ________________________________________________

devletler ve patronlardan başka terörist yok
(Yunanistan’dan bir grup anarşist)

2002'nin 29 Haziran'ında, Pire limanında Savas Xiros'un elinde bir bomba
patlar. Bu olay 17 Kasım Devrimci Örgütü'nün sonunu ve devletten gelen
yoğun  bir ideolojik baskıcı saldırının da başlangıcını bildiriyordu.
Zorlanmış ve  manipule edilmiş bir "Neden yanasınız- demokrasiden mi
terörizmden  mi?"  sorusu bütün topluma soruldu ve aralarında sol
partilerin de bulunduğu  parlamento içi siyasi partiler, parlamento dışı
partiler ve aşırı sol  örgütler, medya, gazeteciler, sanatçılar ve
sistemin her türden yalakası bu  sorunun etrafında saflaştı. Kim bu
anti-terör histerisinı kınadıysa 17 Kasım  örgütünün savunucusu ve
destekleyicisi ilan edildi.

Yetkililer 17K’ın sözümona üyelerini sıradan hırsızlar ve suçlular olarak
 gösterdiler ve böylelikle eylemlerini siyasi anlamlarından ve
içeriklerinden  arındırdılar ve herkesi aynı şekilde davranmaya davet
ettiler. Bunun yanı  sıra, son aylarda, yalnız 17K'ı ve genel olarak
silahlı mücadeleyi  lanetlemekle kalmayıp kendiliğinden veya örgütlü,
kişisel veya kollektif,  silahlı veya silahsız olsun bütün uzlaşma
karşıtı ve çatışmacı fikirleri,  pratikleri ve mücadeleleri mantıksız ve
anlaşılmaz ilan etti.

Otorite, kendi uyguladığı şiddeti haklı ve meşru görüyor ve bir yandan
kendi  yasalarını yenileyip güçlendirerek beri yandan yönetilenlerin
beynini  yıkayarak onu sağlama alıyor. Devlet terörünü halkın gözünde
düzeni sağlayan  bir yasallık çerçevesinde makul gösteriyor. Cumhuriyet
de böyle bir şey  zaten:demokratik bir maske ardında terör tekeli.
Kim bizi terörizmi lanetlemeye çağırıyor? Yerli halkları boğazlamaya
birliklerini yollayan, sanayisiyle onların hayatlarını karartan,
mayınlarıyla sınırlarda mültecileri havaya uçuran şu kanlı demokrasi
değil  mi? Köşelere kameralar yerleştiren, sokak aramaları gerçekleştirip
 bekçilerini sokaklara diken; ırkçı yasalarıyla göçmenleri sınırdışı
eden,  polis kurşunlarıyla "kazara" ölümler ya da "iş kazaları"yla ölüm
istatistiklerini arttıran, ülkenin çeşitli uzak bölgelerine yeni
hapishaneler yapan şu aynı demokrasi değil mi?  Yine bu aynı demokrasi
değil  mi geçen yıl Türkiye'nin F-tipi hücrelerinden pek sarsılmış gibi
görünüp  şimdi bizi "özel gözaltı koğuşlarının" inşasının gerekliliğine
inandırmaya  çalışan "sanki varolanların hunharlığı yetersizmiş gibi".

Elbette ki devletin şu son yasamalı baskıcı manevraları ve medyanın
yaydığı  propagandası, sadece silahlı bir grubun yok edilmesine yönelik
değil. Asıl  amaç bütün uzlaşma karşıtı fikirleri ve eylemleri
marjinalize etmek ve  yasadışı kılmak ve toplumsal denetimi artırarak
rejimi güçlendirmek. Tam da  batı toplumlarının içinde sömürü yoğunlaşır
ve savaşçılık, nüfusun ve doğal  kaynakların yağmalanmasına kapitalist
açık alanda eşlik ederken. dünyanın  her tarafında devletler yasal
kılıflarını sağlamlaştırıyor ve silahlı  kuvvetlerini modernleştiriyor.
Çok da geçerli nedenleri var bunu yapmak  için, sadece şiddet zaten
devletlerin varlığının ve devamının kaçınılmaz bir  özelliği olduğundan
değil, ama toplumsal ve sınıfsal çatışmalar
yoğunlaşmakta olduğu için. Batı dünyasındaki gelişme söylemi,
tüketimciliğin  ve yeni teknolojilerin vaat ettiği sahte refah ve
mutluluk hayalleri,  sistemin bunları karşılamaktaki (hem maddi hem de
sembolik düzeydeki)  yetersizliğini saklamaya yetmiyor. Ekonomik krizin
sonuçlarından,  marjinalize edilmeden ve yoğunlaşan sömürüden etkilenen
insan sayısı  gittikçe artıyor. Adına Üçüncü dünya denilen ülkeler apaçık
bir şiddete  maruzlar, koskoca bölgeler yağmalanıyor ve milyonlarca insan
aşırı yoksulluk  ve savaş tarafından yok ediliyor. Ve bu iki ayrı
dünyanın sınırlarında,  göçmenlerin tek seçeneği Batı ülkelerinin düşman
gettolarında toplaşıp  yaşamaya çalışmak ya da zaten sınırları geçmeye
çalışırken ölmek. Bu  "kahraman yeni dünya" hakikaten de şahane ama
herkese yetecek kadar yeri  yok!

Devletin güçlendirilmesi, hoşnutsuzların ayaklanmalarıyla tehdit
edilebilecek "master plan"ın kesintisiz uygulanmasını güvenceliyor. Bu
yüzden güvenlik güçlerini modernleştirip sayılarını arttırıyorlar; yeni
silahlar icat ediyorlar, gözaltı koşullarını ve teknolojilerini
"geliştiriyorlar"; yasalarını yeni anti-terör yönetmeliklerle (pek çok
Avrupa ülkesinde olduğu gibi) yeniliyorlar ve Shengen sözleşmesi gibi
uluslararası anlaşmalar yapıyorlar. Yine de bu politikaları olumlayacak
bir  nedene ihtiyaçları var. Bir tehdit olması gerekiyor, ister gerçek
ister  uydurulmuş olsun. Bu yüzden "uluslar arası suç" ya da "terörizm"
gibi sözler  sürekli tekrarlanıyor ki bütün toplum kendini tehdit alında
hissetsin ve onu  bunlardan koruyabilecek tek güç gibi görünen devletin
denetimi artırması ve  baskıyı yoğunlaştırması gerekli görülsün.

11 Eylül bu süreçte adeta bir katalizör oldu. Bu tip saldırılar tehdidi
gerçek olmakla birlikte, ülkelerin içinde toplumsal mutabakat sağlamak
üzere  propaganda malzemesi olarak kullanılıyor; özellikle de gelişmiş
ülkelerde  güçlerini ve etkilerini yaymak için kullanılıyor ya da kendi
halklarına  ürkütüp baskı uygulayarak, boyun eğdirmek için. Aynı zamanda
devletlerin  kendi aralarındaki çelişkilerde uluslararası satranç
tahtasındaki yerlerini  sağlama bağlamak üzere de işe yarıyor. Ya da
devletlerle tehditkar el-kaide  gibi örgütler arasındaki çelişkide. Yani
11 Eylül’den sonra, "güvenlik" ve  "teröre karşı olma" söylemi, bütün
devletlerin ve devletlerarası küresel  egemenliğin sloganı haline gelmiş
bulunuyor. Yunan hükümeti de bu yapıntı  söylemi Haziran'dan da önce
olası "terörist"tutuklamalarına zemin hazırlamak  sonra da toplumsal
mutabakat sağlamak üzere kullandı.

Bu metin devleti ve işbirlikçileri gazetecileri karışıklık yaratmakla ve
son  30 yıllık uzlaşmasızlıklarıyla resmi tarihin bir parçası olmamış
mücadeleleri karalayarak tarihi saptırmakla suçluyor. Aynı zamanda
Yunanistan'da  silahlı mücadelenin yükselişine ve 17 Kasım hareketinin 27
 yıllık tarihine eleştirel bir yaklaşım da. Ayrıca hapishanelerde süren
ve  Haziran'dan beri yoğunlaşan devlet baskısının bir dökümü olmanın yanı
sıra,  yoğunlaşan ve derinleşen toplumsal sınıf savaşına katkıda
bulunmayı da  amaçlıyor. Bu nedenle hikayeyi anlatmayı ta başta, elli yıl
öncesinden  başlatıyoruz ve Yunanistan'ın bu süreçteki sosyo-ekonomik
durumunu da göz  önüne sermeye çalışıyoruz.

Savaş sonrası Yunanistan'ın siyasi ve toplumsal koşulları, iki uçlu sol
ve  sağ tarafından kesin bir şekilde belirlendi. Solcu Gerillaların
Demokratik  Ordusu, Alman İşgalinin son bulmasından hemen sonra patlayan
ve 1949’a kadar  süren iç savaşta hükümetin, sağın değerleri ve
fikirlerini savunan Ulusal  Ordusu tarafından yenildi. Bunun ardından
Sağ, komünistleri hain olarak  damgaladı ve bir numaralı tehdit ilan
etti. Bunu izleyen 30 yıl boyunca, sol  fikirler taşıyan veya sola
eğilimli olan insanlara tutuklama, işkence ve  sürgün demek olan pervasız
bir zulüm uygulandı ve bu insanlar toplum dışına  itildi, yani nüfusun
yarısı.

1974'te askeri yönetim sivil yönetime devrolunması ve liberal burjuva
parlamenter demokrasinin kurulması, sağ ile sol'un arasındaki uçurumu
giderme ihtiyacıyla belirlenen yeni bir dönem başlattı. İlk adım Yunan
Komünist Partisi (KKE)'nin ve cunta sırasında ondan kopan KP'nin (her
ikisi  de cunta sırasında yer altı örgütleriydi) yasallaşması oldu.
Böylelikle her  iki komünist parti de resmen sistemin bir parçası
oldular. O sıralar bütün  söylemlerini belirleyen kelimeler
"demokratikleşme", "burjuva demokrasisinin  güçlendirilmesi", "refah"tı..
Pratiklerini belirleyen şey de, denetimleri  dışında kalan hiç bir
mücadeleye katılmama, çamura yatma, ajan
provokatörlerden dem vurma ve bu yolla yasalara yaslanırken, kendilerini
bir  yandan da sol fikirlerin, öngörülerin ve pratiğin seçkin kişileri
olarak  sunmaktı.

Her iki Komünist partiye de katılmaktan geri duran pek çok kişi, Kasım
1973  ayaklanmasından esinlenerek, baskıcı siyasi, ekonomik, toplumsal
koşullara  karşı uzlaşmaz bir mücadeleyi sürdürdüler. Bağımsız işçi
komiteleri  tarafından düzenlenen uzun soluklu grevler, işgal eylemleri,
gösteriler.  Yerel mücadeleler vb. Bu militan oluşumlar çok geçmeden, her
ne kadar  kendine batı-Avrupalı bir cila çekerek modernleşmeye çalışmış
olsa da suçlu  geçmişinden arınamamış olan sağ'ın polis devletiyle yüz
yüze kaldılar. Bunun  sonucu olarak toplumun büyük bir kısmı, şiddetli
devlet baskısı karşısında  yarı gizli bir konuma geçmek zorunda kaldı.
Tam bu sırada da, yepyeni  yanılsamaları besleyen, üçüncü dünyanın ulusal
kurtuluş hareketleriyle bir  sürü Avrupa ülkesinin bağrında
anti-emperyalist kent gerilla grupları  patladı. Bütün bu etkenlerin
biraradalığı Yunanistan'da  silahlı mücadelenin  yükselişine yol açtı.

Sivil yönetime geçişin ilk yıllarında ülkenin değişik yerlerinde çeşitli
nedenlerle toplumsal mücadeleler oldu. Geçici ya da daha kalıcı temelleri
 olan gruplar oluştu. 17 K ve ELA Devrimci Halk Ordusu gibi. Ve bunlar
toplumsal-politik aktüaliteye bazen bombalı, dinamitli ve daha az olmak
üzere silahlı çeşitli şiddet eylemleriyle müdahale etmeye çalıştılar.
1975’le 1980 arasında yüzlerce ateş açma ve bombalama eylemiyle politik
nedenli suikast düzenlendi. Silahlı mücadeleciler, toplumsal hareketlere
katılarak yada kendi eylemlerini bunlara eklemleyerek ya da dönemin önde
konularıyla ilişkilendirerek kendilerini, uzlaşmaz toplumsal eylemle
bağlantılandırdılar.
Oysa 70 sonlarında toplumsal hareketler, özellikle de işçi hareketi,
durulmuş görünüyordu ve bunun sonucu olarak yeniden bir odaklanma ya da
silahlı grupların felsefesinde otonom devrimci şiddet oluşturmaya ve
silahlı  mücadeleyi güçlendirmeye doğru bir eğilim belirdi; daha doğrusu
kır  gerillasının koşullarını oluşturmaya yönelindi.

Sivil yönetime geçiş ten sonraki ilk dönem, sosyalist parti PASOK'un
1981’de  sağın yenilgisinden sonra neşeli bir ortamda iktidara gelmesiyle
ve  Yunanistan'ı Avrupa Birliği'nden ve Nato'dan çıkarma vaatleriyle
kapandı.  Devlet baskısı sürdü, asimilasyon arttı ve toplumsal hareketler
gerçek bir  politik değişimin yanılsamalarıyla yorulmuş olarak söndüler.

Toplumsal demokratik yönetimin ilk yıllarında eğitimde, tarımda,
sendikalizmde, yerel yönetimlerde vb. belirgin değişimler oldu.
Sendikalar,  kooperatifler ve komiteler kuruldu. Tabii ki üyelerinin çoğu
sosyalist parti  kadrolarıydı ve devletin kurumları gibi çalışıyorlardı.
Beri yandan devletin  kasası boşalıyordu ve sıkı bir mali politika
uygulanmak üzereydi.

Hemen ardından hayal kırıklığı geldi ve işçi hareketi ve eğitim gibi
geçmişte militan olan alanlarda yeni mücadeleler yükseldi. Temelde anti
otoriter olan ve kurumlarla ve güvenlik güçleriyle çatışmaya eğilimli
gençlik hareketi gibi çelişkili konular belirdi. Silahlı gruplar bu hayal
 kırıklığının içinde, sosyalist fikirlerin aşağılanmasından da
kışkırtılarak,  kendi varlıklarının ve eylemlerinin devamı için yeni
nedenler buldular. Ama  bu noktadan sonra toplumsal hareketlerden
kopuklukları daha da belirginleşti  ve eylemleri daha çok merkezi politik
ortama bir gösteri müdahalesine  benzedi.

17K'a gelince, onun siyasi içeriği sosyalist parti politikalarına
saldırgan  bir eleştiri niteliği taşıyor ve düzeltmeci bir eğilimi de
olduğundan  kazanılmamış sosyalist hedeflere ve fikirlere doğru zorlayan
bir yanı var.  Tahlillerinde boyunduruğun modernleştirilmesinin ve sömürü
taktiklerinin  güncel bir yorumu eksik; bunun yerine Yunan sermayesinin
yavaş gelişimi,  yabancı sermayeyi içeri çekmedeki becerisizlik, yunan
sermayesinin  yurtdışına taşınması gibi tartışmalara odaklanmış
durumdalar. Yine de 17K,  ortalama sol jargonu kullanmayı ve Sağ İle Sol
-ki 80'lerin başlarındaki  'Ulusal Uzlaşma'dan sonra manasız kaldılar-
arasındaki kutuplaşmaya atıfta  bulunmayı sürdürüyor. Ayrıca
Yunanistan'ın hala Amerika'nın koruması altında  olduğuna dair eski
anti-amerikancılığa dayalı anti-emperyalist görüşünde de  ısrarlı.

Değişim döneminde faal olan silahlı gruplar içinde ELA sosyo-ekonomik
yapıdaki derin değişikliğin farkında ve eyleminin devamının varacağı
çıkmazın farkında. 17 K ise sosyalizme yol açacak bir silahlı mücadele
öngörüyor ve gittikçe daha fazla özel bir mesele gibi görüyor bunu. Hala
"ulusal kurtuluş" gibi eski sol referanslar kullanmakta direniyor ve bunu
 küresel sermayenin yeni liberal barbarlığına karşı toplumsal-yurtsever
bir  engel olarak görüyor. Ulusal kurtuluşa bu değinme, ulusa dair her
değinme  gibi, ezilenle ezen arasında; sömürülenle sömüren arasında
kurmaca bir  ilişkiyi varsayıyor. Gerçi Yunanistan'ın  Birleşik
Devletler'in koruması  altında olduğu dönemde, kısmi ve problemli de olsa
bu düşüncenin bir temeli  vardı. Ama şu anda "ulusal Kurtuluş",  batı
emperyalist blokun aktif bir  üyesi olan,dünyanın 25 zengin ülkesi
arasında sayılan,yurtdışına askerler  gönderip Balkanlarda sömürgeler
edinmeye çalışan Yunanistan için ne ifade  edebilir?

Açıkça görülüyordur ki bizim anarşistler olarak duruşumuzla 17K Devrimci
Örgütünün analizleri, politik içeriği ve önerileri arasında derin
ayrılıklar  vardır. Onların  bürokratik olmayan sosyalizm öngörüleri,
birinci aşamasında  toplumsal örgütlenmeyi devletin varlığına bağlayan
Leninist iki aşamalı  toplumsal değişim kuramına endeksli. Eleştireliz
fakat eleştirinin ancak  kurtuluş amaçlayan ve devletin propagandasını ve
manevralarını kınayan bir  bakış açısından geliyorsa geçerli
olabileceğinin altını çiziyoruz. Sonuç şu  ki, geçen 27 yıl boyunca 17K
anti-rejim bir mücadele yürütmüştür ve sözüm  ona "masum terör
kurbanları"ı da yöneticiler, işkenceciler ve katillerdi.  Eyleminin
temeli politiktir ve bu nedenle onun üyeleri olmakla suçlanan  insanlar,
kendileri için özel olarak yapılmış bulunan Türkiye'deki F-tipi
hücrelere benzeyen yerlere konuluyorlar ki fiziksel, zihinsel ve
fizyolojik  olarak çökertilebilsinler. Sonra da aceleye getirilmiş bir
mahkemeye  çıkarılıyorlar ve polis zorlaması olduğu belli bir takım
suçlamalarla karşı  karşıya kalıyorlar. Bütün bu manevralar demokratik
rejimin intikamcı  karakterini kanıtlar ve devlet aygıtlarının baskıcı
projelerinin örnekleridir. Son aylarda devlet tarafından oluşturulan
çıkmazlardan ve etraflarında saflaşanlardan iğreniyoruz ve şunu
yenilemekte diretiyoruz: insan ya hiyerarşik, baskıcı ve sömürücü devlet
demokrasisinin ve patronların yanında olur ya da toplumsal kurtuluşu
öngören, hiyerarşiden, ayrımcılıktan, sömürüden, işbirliğinden, denetim ve gözetimden ve
hapishanelerden arınmış bir toplum amaçlayan toplumsal isyan, öz
örgütlenme  ve dayanışmadan yana.

İster özel ister sıradan koşullarda tutuluyor olsunlar, bütün tutsaklara
özgürlük!



*******
                             *******
       ****** A-Infos Haber Servisi ******
      Anarşistlerle ilgili ve anarşistleri ilgilendiren haberler
                       ******
		TALİMATLAR: lists@ainfos.ca
		YANITLAR: a-infos-d@ainfos.ca
		YARDIM: a-infos-org@ainfos.ca
		WWW: http://www.ainfos.ca/
		BİLGİ: http://www.ainfos.ca/org

-A-infos'tan tek dilde ileti almak için lists@ainfos.ca'ya aşağıdaki mesajı gönderin:
                unsubscribe a-infos
                subscribe a-infos-X
 X = en, ca, de, fr, it, pt, vb. (yani, dil kodudur)

A-Infos Information Center