A - I n f o s
a multi-lingual news service by, for, and about anarchists
**
News in all languages
Last 30 posts (Homepage)
Last two
weeks' posts
The last 100 posts, according
to language
Castellano_
Català_
Deutsch_
English_
Français_
Italiano_
Polski_
Português_
Russkyi_
Suomi_
Svenska_
Türkçe_
All_other_languages
_The.Supplement
{Info on A-Infos}
(tr) Vicdani Red Suç Değildir! (2)
From
"Kara Kapkara" <dreamnymph@hotmail.com>
Date
Thu, 14 Nov 2002 14:30:43 +0000
________________________________________________
A - I N F O S H A B E R S E R V İ S İ
http://www.ainfos.ca/
http://ainfos.ca/index24.html
________________________________________________
"Aşağıdaki bilgiler bazı bölümleri seçilerek ve kısaltılarak Savaş
Karşıtları sitesinde Vicdani Red Dosyası bölümünden alınmıştır.Daha geniş
bilgi için www.savaskarsitlari.org adresine bakmalıdır."
http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=2&ArsivAnaID=329&SayfaNo=1
ÖNSÖZ
İzmir Savaş Karşıtları Derneği Başkanı Osman Murat Ülke'nin 7 Ekim 1996
tarihinde TCK m.155'deki "halkı askerlikten soğutma" suçunu işlediği
gerekçesiyle, Askeri Ceza Kanunu m.58'de düzenlenen "milli mukavemeti kırma"
fiiline dayanılarak tutuklanması ile birlikte ülkenin siyasal gündemine
"vicdani red" kavramı ilk kez girmiş oldu.
Aslında, kamuoyu bu kavramla, 1989 yılında Tayfun Gönül ve Vedat Zencir'in
Sokak Dergisi'nde vicdani retlerini açıklamaları ile tanışmıştı. Bu
arkadaşlar hakkında TCK m.155'den dava açıldı, ancak sivil mahkemede
yargılandılar. Bu yargılama sonucu, Vedat Zencir beraat etti, Tayfun Gönül
ise üç ay ceza aldı ve bu da para cezasına çevrildi.
Daha sonraki yıllarda ülkede yaşanan savaş boyutlandı, çeşitli kesimlerden
savaşa karşı daha ciddi tepkiler gelişmeye başladı, asker kaçaklarının
sayısı artış gösterdi. 1993 yılının sonlarına doğru gelindiğinde, bu
gelişmelere koşut olarak militarizmin de rahatsızlığı giderek arttı ve
Genelkurmay Başkanlığı tarafından Askeri Mahkemeler'in yaygın kullanımı
başladı. Böylelikle, sıkıyönetim dönemleri ve casusluk suçları dışında da
sivil kişilerin askeri mahkemelerde yargılanmasının yolu açıldı. Aynı yıl,
Genelkurmay Başkanlığı'nın basın organlarına ve gazetecilere yönelik yaptığı
suç duyurularında da büyük artışlar oldu. Genelkurmay Başkanlığı tarafından
Adalet Bakanlığı kanalıyla savcılıklara gönderilen suç duyurularının sayısı
217'yi buldu. Bu suç duyurularından mahkumiyet kararı çıkmamasına tepki
gösteren Genelkurmay Başkanlığı yetkilileri, "Yargı fevkalade iyi
işlemelidir. 217 suç duyurusundan şu ana kadar hiç mahkumiyet yok. Bu olmaz"
diye konuştular. Bu olaydan kısa bir süre sonra Genelkurmay Askeri
Mahkemesi, özel bir televizyon kanalı olan HBB'nin program yapımcılarından
Erhan Akyıldız ile Ali Tefik Berber'in ve Izmir'deki Savaş Karşıtları
Derneği başkanı Aytek Özel'in tutuklanmasını kararlaştırdı.
O tarihten bugüne kadar onlarca gazeteci, sanatçı, öğrenci ve
anti-militarist TCK m. 155'ten Askeri Mahkemeler'de yargılandılar. Ancak
hiçbir yargılama, kamuoyundan yeterince ilgi ve tepki görmedi. Osman Murat
Ülke'nin yargılanması bu anlamda bir ilki oluşturdu. Başta üç büyük kent
olmak üzere, ülkenin bir çok yerinde oluşturulan dayanışma komiteleri ile
Osman Murat Ülke'ye sahip çıkıldı, TCK, m.155 ve Askeri Mahkemeler
eleştirildi ve vicdani reddin bir hak olduğu vurgulandı. Medya sınırlı da
olsa sayfalarında yer verdi. Ama en önemlisi "Vicdani Red" kavramı bir
deklarasyon olmaktan çıkarak Osman Murat Ülke'nin eyleminde doğru bir
biçimde içeriklendi. Türkiye'de asıl ilk olan buydu işte.
19 Kasım 1996'da Genelkurmay Askeri Mahkemesi, Osman'ın tutukluluk haline
son vererek, askerliğini yapması için Bilecik'deki birliğine gönderilmesi
kararı aldı. Yaklaşık 45 gün süren bu tutukluluğun büyük bölümünü Mamak
Askeri Cezaevi'nde hücre cezası ve açlık grevinde geçti. Osman, bir sivil
olduğu halde burada kendisine dayatılan askeri yaptırımlara uymadı, tek tip
elbise giymedi. Aynı tavrını, hiçbir örgütlü şiddet kurumunun parçası
olmayacağını, dolayısıyla askerlik yapmayacağını söyleyerek Bilecik'deki
askeri birlikte de sürdürdü. Bu vicdani ve ahlaki bir tutumdur. Osman
kendine ve orduya karşı dürüsttür.Kaçmadı, çürük raporu almak için uğraşmadı
ve "parası neyse veririz" diyerek bedelli askerlik yolunu seçmedi. Karşısına
çıkan/çıkacak olan zorlukları göze alarak/katlanarak itaatsizliği seçti. Ilk
olan işte budur.
Bilecik'de birkaç gün kalan Osman Murat Ülke, burada emre itaatsizlik suçu
işlediği gerekçesi ile tekrar tutuklanarak Eskişehir'deki Askeri Cezaevi'ne
kapatıldı. Akabinde Eskişehir 1. Taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri
Mahkemesi'nde "emre itaatsizlikte ısrar" suçlamasıyla hakkında dava açıldı.
27 Aralık'ta çıkarıldığı ikinci duruşmada tahliye edildi. Tahliye sonrası
götürüldüğü askerlik şubesinde Osman Murat Ülke'ye, bağlı olduğu birliğe
kendi başına gitmesi söylendi. Bir vicdani retçi olan ve hiçbir şekilde
askerlik yapmayacağını söyleyen Ülke'nin, doğal olarak herhangi bir zor
olmadığı koşulda, kendiliğinden askere gitmesi sözkonusu olamazdı. Birliği
yerine evine gitti. Bir basın açıklaması yaparak kaçmadığını, adresinin
bilindiğini ve olağan yaşantısını sürdüreceğini kamuoyuna bildirdi. Ayrıca
28 Ocak 1997'de Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde tutuksuz olarak süren
duruşmasına katılarak savunmasını vermek istediğini söyledi. Bu duruşmada
Osman Murat Ülke tutuklanabilir ya da zorla, tekrar birliğine götürülebilir.
Böylesi bir gelişmede yaşananlar tekralanacak ve Osman belki de yeni
zorluklar ve cezalar ile karşılaşacaktır. Ama bu, onun seçimidir...
Ancak gelişmelere şöyle bir baktığımızda, Osman Murat Ülke'nin şahsında
saldırıya uğrayan şeyin, barış, demokrasi ve insan hakları mücadelesi
olduğunu görebiliriz. Çünkü o; temel bir insan hakkı olan vicdani red
hakkını kullanmıştır. Vicdani red, düşünce ve vicdan özgürlüğünün meşru bir
kullanımı ve tezahüründen başka bir şey değildir. Bu hak, bir çok değişik
uluslararası sözleşme ve kararda yer alarak evrensel düzeyde onay
kazanmıştır.
Yine bugüne kadar yaşananlara baktığımızda diyebiliriz ki, Türkiye'de
vicdani red hakkının kullanılmasının, süreç olarak iki aşamalı bir yol
izleyeceği görünmektedir. Reddini açıklayan kişi öncelikle, henüz sivil bir
kişiyken, halkı askerlikten soğuttuğu gerekçesi ile TCK, m.155 ve askeri
yargıyı karşısında bulacaktır. Bu açıkça düşünce ve anlatım özgürlüğünün
engellenmesidir. Vicdani retçinin mücadelesi, temel hak ve özgürlüklerin
korunması doğrultusunda ve olağanüstü bir mahkeme niteliğindeki askeri
yargıya karşı demokratikleşme ve hukuk mücadelesinin bir bileşeni olarak
gelişecektir. Sözkonusu sorunun aynı zamanda, retçi olmadığı halde vicdani
red hakkını savunan, retçilere destek veren ya da orduyu herhangi bir
şekilde eleştiren herkesin önünde durduğu unutulmamalıdır. Ikinci aşama,
retçinin zorla askere götürülmesidir. Artık vicdani red bir düşünce, bir
deklarasyon olmaktan çıkarak kişinin eyleminde vücut bulmaktadır. Bu aşamada
militarizmin bütün şiddeti, provokasyonları, irrasyonalitesi ile karşı
karşıya kalış vardır. Eleştiri daha doğrudan ve çıplaktır. Onun nesnesi
olmaya karşı direnildiği için de militarizmden kopuş mutlaktır. Bu ise
savaşın insan kaynaklarının kurutulması anlamına geldiği için savaş ve
şiddet karşıtlığının en somut ifade ediliş biçimidir.
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
VİCDANİ RED KAVRAMINA İLİŞKİN DEĞİNMELER
Dil önemlidir. Kavramlarımız, öyle zannediyorum ki, içeriklerinden daha
fazlasını; kavramı kullananın o içerikle kurduğu ilişkiyi de gösterirler. Ve
bilinmesi, iyice bilinmesi gerektiği üzere her kavram belli bir düşünce
dünyasında doğar ve bu dünyanın renklerini kendisiyle beraber taşır. Gerek
bu makaleye adını veren "vicdani red" kavramı, gerekse bu kavramın içinde
doğduğu savaş karşıtı çerçeve, üzerinde yaşadığımız coğrafyada ilk kez on
yıldan daha kısa bir süre öncesinde duyulmaya başlandı ve sadece üç yıldır
örgütlü bir mücadelenin ekseni olageldi. Bizi bu makaleyi kaleme almaya
yönelten öncelikli neden "vicdani red" kavramını kendi öz bağlamında
açıklamaya çalışmak ve sınırlı da olsa öncelikle ahlaki ve -belli bir
dolayıma tabi olarak da- politik temellerini ifade etmekti; ancak, yazma
nedenimiz salt bu çabayla sınırlı değil.
Vicdani red kavramının -ya da pratikte, ilk vicdani retçilerin ortaya
çıkmasının- çok geniş olmasa da yarattığı bir etki var. Bu etkinin öncelikli
nedenini elbette on yılı aşkın bir süredir devam eden savaşın belirlediği
politik-toplumsal gerçeklikte aramak yerinde olur. Savaşın yarattığı bu
koşullar vicdani red kavramının kendi gerçekliğini anlamayı (paradoksal
olmayan ama yine de ilginç bir şekilde) zorlaştırmaktadır. Zira, savaşa
ilişkin her -tarafsız değil ama varolan taraflardan bağımsız- tutum savaşan
tarafların gayretkeşliğiyle ya yok edilmeye ya da taraflardan birine
yamanmaya çalışılıyor. Buna bir de bu coğrafyanın gayet pragmatist, incelmiş
bir zekadan ve idealleriyle diyalektik bir ilişkide belirlenmesi gereken
-ama böyle olmayan- ahlaki değerlerden yoksun olan geleneksel muhalefet
kültürünü ekleyin. Sonuç; bir düşüncenin kendisini savaşan tarafların ya da
geleneksel sol muhalefetin dışında; olduğu gibi varetmesinin ve hele de
kamuoyu tarafından anlaşılmasının bütünüyle zorlaşmış olduğudur. Ortaya
çıkan birçok yeni kavram gibi "savaş karşıtlığı", "vicdani red",
"antimilitarizm", "şiddetten arınmış eylem", "sivil itaatsizlik" vd. de yol
açtıkları muhalefetin etkisi oranında devlet tarafından bastırılmaya,
geleneksel sol söyleme eklenebildikleri oranda bu söylemin sürdürücüsü
kesimler tarafından kendilerine maledilmeye, aksi takdirde, "demokratik
küçük burjuva tavrı" olarak bir kenara atılmaya, savaş konusundaki
duruşlarıyla da "haklı savaş"ın destekçisi haline getirilmeye çalışılıyor.
Bu erozyondur. Bu makale, aynı zamanda, okuyucusuna etkiyebildiği oranda bu
erozyonu azaltma isteğinin de bir ürünüdür.
Vicdani Reddin Öntemelleri
Vicdani red, bireyde vücut bulan ve bu nedenle belli bir birey tasarımı
doğrultusunda kavranabilen savaş karşıtı bir tutumdur. En kısa tanımıyla;
bir bireyin ahlaki tercih, dini inanç ya da politik görüşleri nedeniyle
askerlik yapmayı reddetmesidir. Farklı motivasyonlardan kaynaklanan ama aynı
eylemde birleşen bireylerin, kuşkusuz, ortak bir paydaları vardır. Bu payda
militarizme karşı olmaktır. Militarizmin ve hizmet ettiği devlet aygıtının
(tahakküm mekanizması da diyebiliriz) birey üzerindeki en arsız tasarruf
iddiasına karşı olmaktır.
Özel olarak militarizm ve genel olarak da tahakküm mekanizması hayatımızın
birçok alanında ve hatta hayatımızın kendisi üzerinde çeşitli tasarruflar
iddia etmekte, bu tasarrufları kullanmak için şiddeti örgütlemekte ve bu
tasarruf iddiasına karşı çıkmayı da -yine örgütlü şiddet ile garanti altına
alınan- yaptırımlara bağlamaktadır. Tüm toplumsal modelimiz, bir tahakküm
mekanizması olan iktidarın bu tasarrufunu kullanabileceği biçimde
örgütlenmiştir; ailede, okulda, işyerinde, orduda ve bizatihi hergün onlarca
defa üzerinde yürüdüğümüz caddelerde. Ve tek tek her birey, iktidarın kendi
üzerindeki bu tasarruflarını kabul edecek, bu tasarruflarına hizmet edecek
ve üstüne üstlük bir de bundan gurur duyacak biçimde yetiştirilmekte, daha
doğru bir tabirle öğütülmektedir.
Hayatımız üzerindeki bu tasarruflar neredeyse sonsuz bir çeşitlilikte ortaya
çıkar. Vergiye tabi tutulmak, yasal olarak gözaltına alınmak, yasalar ile
onaylanmayan ama aynı yasalar tarafından fiili olarak korunan bir biçimde
işkenceye uğramak, tecavüz edilmek, okulda dayak yemek, işten çıkarılmak, aç
bırakılmak, hayatımızın bir buçuk yılını orduya adamak, bunu yapmaya
zorlanmak, yapmaktan kaçındığımız takdirde soruşturulmak, aranmak,
yakalanmak, dövülmek, itaat etmeye zorlanmak, insan öldürmesini öğrenmek,
şiddet kullanmak, insanlıktan çıkarılmak, köylülere bok yedirmek, yapmak
istemezsek yine dövülmek, ana dilimizi konuşamamak, vb, vb. Yaşamımız
boyunca bunları ve daha nice benzerlerini hepimiz görürüz. Bazılarımız
bunların arasından yaşar gider, bazılarımız ise "Niye?" diye sorar. Rahatsız
olur. Yaşanan durumu kendi adalet tasarımına, ahlakına, inançlarına, kısaca
kendisini kendisi yapan herşeye aykırı bulur. Burada bir insanın hayatı
üzerinde iki farklı hak iddiası vardır; biri o insanın kendisine aittir,
diğeri ise iktidara. Vicdani red kararı, bu çatışkının en yoğun yaşandığı
durumlardan birinde ortaya çıkar ve çoğunlukla, askere çağrılan bireyin bu
çağrıyı alenen reddetmesiyle gerçekleşir. Aslında söz konusu olan, bireyin
kendi hayatı ve bizzat yaşama hakkı üzerinde, kendisinden başka bir yetkenin
tasarrufunu kabul etmemesidir. Ve bu, bize, son derece makul gözüküyor.
Ahlaki Sorumluluk: Işbirliği Yapmamak
Insanları vicdani retçi olmaya yönelten çeşitli gerekçeler vardır. Bu
gerekçeler içerikleri bakımından birbirinden gayet farklı olabilirler. Birey
iman ile bağlandığı bir kutsallık tasarımı doğrultusunda askerlik yapmayı
reddedebileceği gibi, son derece politik bir tasarım yani bir toplumsal
tasarım doğrultusunda da bunu yapabilir. Vicdani red, bu farklı gerekçelerin
ortaklaştığı ahlaki bir momenttir. Zira, hangi gerekçeyle olursa olsun
askerlik yapmayı reddetmek, savaş mekanizması ile işbirliği yapmayı
reddetmektir ve bireyi, bu reddedişe -neredeyse kaçınılmaz olarak-
sürükleyen ahlaki bir sorgulamayı gerektirir.
Ahlaki sorgulamayı, kavramların diliyle konuştuğumuz böyle bir metinde ifade
etmek gerçekten zor. Anlamak için, insanın kendisiyle hesaplaşmasının
derinliklerini tahayyül etmeliyiz. Bu tahayyül bizi tek bir söze, sık sık
acı verebilen bir sözcüğe sürüklüyor: Sorumluluk! Insan sorumludur.
Eylemlerinden ve eylememezliklerinden sorumludur. Irade sahibidir ve bu
yüzden her koşulda doğru bildiği gibi davranma "imkanı"na sahiptir. Ahlaktan
ve sorumluluktan sözedebilmemizi mümkün kılan yegane şey de zaten bu
"imkan"dır. Birey, bu imkanı kullanmadığı her durumda "kötülük" olarak
addettiği şeyden kendisinin de sorumlu olduğunu duyumsar. En azından, dürüst
ahlaki sorgulama bunu gerektirmektedir. Bir eylemin sorumluluğu onu
gerçekleştirene olduğu kadar, ona iradi onay veren herkese aittir. Ve
kanımızca, askerlik bunun için zorunludur; daha çok insanı savaş
mekanizmasının günahlarına ortak etmek için. Vicdani red, bu günaha ortak
olmak istemeyen ahlaki duyarlılıktan doğar.
Savaşa Karşı Vicdani Red
Basitçe şunu soracağız: Üzerinde yaşadığımız coğrafyada bir savaş var mı?
"Kirli" ya da "haklı" demiyoruz, "terör" ve "teröre karşı mücadele" de
demiyoruz; sadece savaş... "Kürdistan", "bölge" ya da "güneydoğu Anadolu"da
yaşanan bir savaş...
Tırnak içinde kullandığımız kelimelerden bağımsız olarak bu soruya "Evet"
diyecek çok az insan var. Bu şu demektir; tırnak içindeki kavramların
kendisinden doğdukları politik tasarımlardan bağımsız olarak savaş üzerine
düşünen çok az insan... Kavramların bu çeşitliliği, bizim sadece "savaş"
demeyi yeğlediğimiz olgunun tanımlanmasına dair bir tartışmayla karşı
karşıya olunduğunu gösteriyor. Gerçi aklı başında hiç kimse, durup dururken,
savaş yerine "kirli" ya da "haklı" savaş, "terör" ya da "teröre karşı
mücadele" demeyecek; veya bizim gibi, sadece "savaş" demeyi yeğlediğini
belirtme ihtiyacı duymayacaktır. Bu, savaş üzerine politik tasarımlar
dolayımından düşünmenin ve bu yolla yargıda bulunmanın doğurduğu bir
sonuçtur. Ve bu sonuç bize şunu söylemektedir: Pekçok insan belli (ve
değişken olabilen) politik amaçlar doğrultusunda, belli tarihsel koşullarda
savaşı bir araç olarak onaylamaktadır. Ve bu onay, kimi durumlarda
onaylayandan bağımsız da olarak, kendisini politik bir bütünlüğe dayandırır.
Savaş, bu politik bütünlük içerisinde onaylanan ve gözetilen amaçların
gerçekleştirilmesi yolunda meşru bir araç olarak kabul edilmekte ve pek çok
"özgürlükçü-eşitlikçi" söylem tarafından mücadelenin en üst biçimi olarak
kutsanmaktadır.
Bu durum üzerine düşünmek bizi, ister istemez, araç-amaç ilişkisi üzerine
düşünmeye sürüklüyor. Politik düşünceler tarihi açısından bunun neredeyse
kadim bir tartışma olduğunu biliyoruz. Bu tartışmayı burada bütünüyle yapmak
mümkün değil; ancak, dikkat çekmek istediğimiz önemli bir nokta var.
Araç-amaç ilişkisi bakımından birbirine zıt gibi görünen iki tutumdan
bahsedilegelir. Birincisi, amaca ulaşabilmek için her türlü aracı meşru
gören bir tutumdur ve Makyavel ile özdeşleştirilmiştir. Bu tutum aracın
meşruiyetini "yarar" ilkesine göre belirler. Ikinci bir tutum doğal olarak
başka bir ilkeye dayanır. Bu ikinci tutuma göre bir aracı meşru kılan şey,
onun gözetilen amaca "uygun" olup olmadığıdır -ve mesela, tarihsel olarak
tipik bir temsilcisini Gandhi'de ve onun şiddetten arınmış direnişinde
bulur.
Doğrusu, bu ayrımın araç ve amaç arasındaki karşılıklı ve kesintisiz
etkileşimi hiçe saydığını düşünüyoruz. Böylesi bir ayrım, her iki tavrı da
salt bireyin tercihine tabi olan iki imkan olarak göstermektedir. Oysa, hele
ki sözkonusu ettiğimiz şey politika olduğunda, araçlardan önce amaçlar
tercih edilirler ve bu iki tercih birbirini kesintisiz olarak belirler.
Başka bir deyişle, araç ve amaç arasında yapısal bir farklılık aramak
boşunadır. Kanımızca Makyavel de, Gandhi de bunun gayet iyi farkındaydı ve
her ikisi de politik ideallerine giden yolu bu idealin yapısına uygun bir
şekilde formüle etmişlerdi. Öncelikli sorun amacı gerçekleştirmek için doğru
aracın ne olduğu değil, bizatihi amacın ne olduğudur. Amaç kendi aracını
söyler.
Savaştan yana olmak ya da ona karşı olmak... Işlek bir zihin temel sorunun
bu olmadığını görecektir. Bir araç olarak savaşı onaylayan ya da reddeden
iki ayrı ilkeyle -ve dolayısıyla iki ayrı "amaç kavrayışı"yla- karşı
karşıyayız.
Savaşı politik bir araç ya da şu çok sevimsiz deyişle "politikanın başka
araçlarla devamı" olarak ele aldığımızda, açıktır ki, amacına uygunluğu
ölçüsünde meşru bir araçtır o. Öyle ya da böyle her türlü "haklı savaş"
söyleminin göz önünde bulundurduğu da bu olsa gerek. Nitekim, ulus-devlet
kurmak için savaş kadar uygun pek az araç vardır ve savaşın "doğa"sı
ulus-devletin "doğa"sına pek az haksızlık eder. Zira, her ikisi de
tahakkümcü niteliklidir.
Tahakkümün çeşitli kisveler altındaki her türlü makro politik tezahürünün
savaş ile içli dışlı olmasının bir tesadüf olmadığını düşünüyoruz; bu makro
politik tezahürlerin hepsinde "haklı savaş" düşüncesini buluyor oluşumuz ise
hiç tesadüf değildir. Sözkonusu olan tahakkümcü bir toplumsal tasarım
yaratmak ya da onu korumaksa savaş buna çok uygun bir araçtır ve tahakkümcü
politik düşüncelerin böyle bir aracı "haklı" olarak adlandırmaması için
hiçbir neden göremiyoruz; çünkü savaş, tahakkümün bir başka işlevidir.
Vicdani red de bu düzlemde kavranabildiği ölçüde derinlikli olarak ve hakiki
anlamıyla anlaşılabilir. Savaşın hiçbir türüne destek vermemek ve herhangi
bir savaş mekanizması içinde yer almayı reddetmek anlamında vicdani red;
savaşı, yani militarizmi, yani örgütlü ve kurumsal şiddeti onaylayan hiçbir
politik amacı ve toplumsal tasarımı insan topluluklarının geleceği için
hayra alamet bir şey olarak görmemektedir.
Toplumsal Değişimin Aracı Olarak Vicdani Red
Vicdani retçilere sıklıkla söylenen şeylerden biri, savaşa karşı bu kadar
bireysel bir tutumun, gerçi iyi niyetli olduğu, ama yetersiz kaldığı ve
sonuç almaya yönelik olmadığıdır. Bu, diyoruz ki, vicdanının sesini dinleyen
bir insanın durumunu anlamamanın bir sonucudur; retçi öncelikle sonuç almak
için değil, vicdani kanaatleri gereği başka türlü davranması mümkün
olmayacağı için bu yönde davranmaktadır; ama konumuz şimdi bu değil.
Vicdani red tekil bir eylem olarak, şüphesiz, toplumu dönüştürmeye muktedir
değildir. Ama unutulmaması gerekir ki vicdani retçi ahlaki bir öznedir;
kendi iradesi doğrultusunda davranmakta ve ister istemez ötekileri de böyle
yapmaya davet etmektedir. Bu davet, yapısı gereği, bir toplumsal değişim
çağrısıdır. Elbette, çoğu kişi bilir ki, toplum böyle çağrılarla değişmiyor;
ama bunu bilenlerin pek azı, toplumun bu çağrılar olmaksızın hiç
değişmeyeceğinin farkındadır. Dolayısıyla retçinin tutumu, bizzat örnek
teşkil etmesi bakımından toplumsal değişim yönünde bir değere sahiptir.
Vicdani reddin toplumsal değişim için ifade ettiği asli önem, eylemin
kendisinden ziyade, kişiyi bu eyleme sürükleyen kavrayışta yatar. Vicdani
retçi -reddinin gerekçeleri çok farklı olsa da- belli bir toplumsal değişim
istikametine işaret etmektedir. Bu istikamet; bir, toplumsal değişim
mücadelesine katılanların iradelerini özgürleştirmeleri, dolayısıyla iktidar
tarafından belirlenen ve yönetilen kişiliksiz nesneler olmaktan çıkıp ahlaki
ve politik özneler haline gelmeleri şeklinde; iki, özgürleşme sürecinin
politik araçlarını tahakkümün köleleştirici araçlarından ayırmaları, yani
şiddetten arınmış bir mücadele örgütlemeleri şeklinde; üç, istenen yeni
dünyanın değerlerini bugünden inşa etmek ve onlara yaşam alanı açmak
şeklinde; ve daha, şu anda aklıma gelmeyen başka başka şekillerde tezahür
eder. Tüm bu tezahür edişler belli bir meşruiyet fikrine dayanmaktadır. Bu
meşruiyet, kuşkusuz iktidar nezdinde değil, üçüncü taraflar yani halk
nezdinde ortaya çıkar ve toplumsal değişimin momenti halktan başkası
olmayacaktır. Şüphesiz, demek istemiyoruz ki, şiddetten arınmış eylem
kendisinden menkul olarak üçüncü tarafları ikna eder ve dönüştürür. Hayır.
Demek istediğimiz, vicdani reddin de bir parçasını teşkil ettiği bu eylem
biçimlerinin, kendi duruş noktalarını anlatabilmek ve diğerlerini ikna
edebilmek için sahip olduğu imkanlılıkların (istidatlar) daha fazla
olduğudur.
Hiçbir tahakküm sistemi kendisini mutlak bir varoluşa dönüştürmeyi -en
azından şimdiye kadar- becerebilmiş değildir. Her tahakküm sisteminin az ya
da çok gedikleri vardır ve öyle zannediyorum ki bu gerçek hiç
değişmeyecektir; zira insan, yapısı gereği çok çeşitli varoluş imkanlarına
sahiptir. "En kapalı, en totaliter toplumlarda bile birisi çıkar ve düzenin
çarkına bir yerde çomak sokar; çünkü özne her zaman eyleme muktedirdir ve
daima bir özgürlük imkanına sahiptir." Şiddetten arınmış eylem biçimleri
meşruiyetlerini tam da sistemin bu kapatılamaz gediklerinde tesis ederler ve
bu gedikleri genişletirler. Iktidarın şiddeti karşısında, şiddetten arınmış
tutum (şiddete boyun eğmeyi değil, şiddete rağmen yapacağını yapmakta ısrar
etmeyi kastediyorum) anlatmak istediğini üçüncü taraflara çok daha doğrudan
ve kendisinden kaçınılamaz bir arılıkla iletme imkanına sahip olur. Onun
meşruluk iddiasının pratikteki karşılığı işte budur.
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
VİCDANİ REDDİN KISA TARİHİ
Vicdani reddin kökenlerini Ortaçağ'da ilk olarak orta Avrupa feodal
beyliklerinde bulmak mümkün. O dönemde çeşitli Hristiyan tarikatları feodal
beylerle anlaşmalar yapıp, bir çeşit "savaş vergisi" ödeyerek üyelerini ordu
hizmetinin dışında tutuyorlardı. Bu durumu gerçek anlamıyla vicdani red
olarak tanımlamak mümkün değildir; zira, reddetmek denen insani yeti hiçbir
çağda bedeli para ile ödenen birşey olarak ortaya çıkmamıştır. Bu çizgiyi
ilk terkeden ve feodal rejimin ya askerlik hizmeti ya savaş vergisi
dayatmasına karşı ilk radikal çıkışı gerçekleştiren Almanya'daki
"Wiedertaeufer" tarikatı, Katolik kilisesinin kışkıtmasıyla kanlı bir
şekilde bastırıldı. Sonrasında 18. yüzyılda Ingiltere'de, dini inançları
nedeniyle şiddet kullanmayı, askerlik yapmayı ve vergi vermeyi reddeden
"Quaker" tarikatını görüyoruz. Quakerler gerekçelerinin açıklığı ve
tavırlarındaki tutarlılıkla ilk vicdani retçiler olarak adlandırılabilirler.
Vicdani retçilerin 20. yüzyılda ilk kitlesel çıkışı 1. Paylaşım Savaşı
sırasında Ingiltere'de gerçekleşti. Savaşa çağrılan binlerce insan savaşa
katılmayı reddettiler, 3.000 tanesi hapse atıldı. Bu çıkıştan sonra 1921
yılında Ingiliz retçilerin önemli bir bölümünü oluşturduğu WRI (War
Resisters' International - Uluslararası Savaş Karşıtları) kuruldu. WRI daha
sonra yerel savaş karşıtı örgütlerin ve vicdani red örgütlerinin
uluslararası çatısı haline geldi.
Vicdani red hareketi 1968 ve sonrasında bütün Avrupa'yı sarstı. Avrupa
devletleri vicdani red hakkını '70'lerin ortasından başlayarak tanımaya
başladılar. '80'lerin başında Yunanistan ve Türkiye dışında bütün Avrupa
ülkelerinde vicdani red hakkı tanınmış durumdaydı. Ancak vicdani red hakkı
"sivil hizmet" zorunluluğuyla birlikte elde edilebildi. Silahlı hizmet
yapmak istemeyen insanlar gene zorunlu olarak ve çoğunlukla askerlikten daha
uzun bir süre hastane, okul vb. sosyal birimlerde çok düşük ücretlerle
hizmet etmeye zorlanıyorlar. Batılı liberal devletler bu yasal düzenlemeyle
Avrupa vicdani red hareketinin büyük bölümünü yönlendirmeyi başardılarsa da,
bugün, hem askerlik yapmayı hem de sivil hizmet yapmayı reddeden insanlardan
oluşan "total red" hareketi Avrupa, Latin Amerika ve Afrika'nın çeşitli
ülkelerinde sürmektedir. Bu tavır devletin birey üstündeki hiçbir
tasarrufunu kabul etmemesi ve uluslararası savaş düzenine her ne biçimde
olursa olsun hizmet etmeyi reddetmesi ile radikal savaş karşıtlığının gerçek
taşıyıcısı durumundadır.
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
Insan Hakları ve Vicdani Red
'Vicdani red' kavramının etik, politik içeriklendirmesi her şeyden önce
insanın insan olmaktan kaynaklanan temel hak ve özgürlüklerine dayanır.
Temel hak ve özgürlüklerin meşru kullanımı olan vicdani red; aynı zamanda,
görünür bir gerçeklik haline getirdiği bu hakların teminatıdır da. Vicdani
red, insan hakları kavrayışı ve hak kullanımı bakımından oldukça geri
düzeyde olan Türkiye'de, insan hakları mücadelesinin bir bileşeni olarak,
hak sahibi olma ve hak arama bilincinin gelişmesini hızlandıracak önemli bir
moment özelliği taşımaktadır.
Vicdani red öncelikle "yaşam hakkı" nın savunusuna dayanır.
Aydınlanma düşüncesinin, insanı kendisi dışındaki ve ona aşkın ilkelere
dayanarak kavrayan her türlü dünya görüşüne karşı geliştirdiği birey olmak,
biricik bir kişiliğe sahibi olmak anlayışları, devamında bizi "hak sahibi
olma" fikrine ulaştırması bakımından önemli bir gelişmedir. Birey/kişi
kavramı "irade" ve "eyleme" özgürlüğü gibi yetilerin üzerine oturmaktadır.
Irade ve eylemeye ehil olmak ise bir takım doğal haklara sahip olmak ve
onları kullanabilmek demektir. Insan bio-psiko-sosyal bir bütünlüğe
sahiptir. Kişi olarak haklarını kullanabilmesi için bu bütünlüğünün
korunması bir zorunluluktur. Ancak, bio-psiko-sosyal bütünlüğün oluşmasının
ve süreğen bir "gerçeklik" hali kazanabilmesinin ön koşulu da, önce dünyaya
gelmiş olmak, sonrada "yaşamı sürdürmek", yani "yaşamak" tır. Bu da "yaşam
hakkı" denilen şeyi karşımıza çıkarır. Diğer tüm hakların kullanılabilirlik
merkezi olarak "yaşam hakkı" içeriği, kapsamı ile "bir" ve "aynı" olan bir
özden ibarettir. Tıpkı tek hücreli bir canlı gibidir. Ona yapılacak herhangi
bir müdahale ya da sınır getirme çabası hücrenin tümlüğünü etkiler. Bu
aslında onu yokolmaya götüren ya da yokolma tehdidi içeren bir etkilemedir.
Dolayısı ile sözkonusu "özün", yani "yaşam hakkı"nın, mutlak varoluşunun
korunması için, hiç bir önlem, yaptırım ya da kurallar dizgesi ile
sınırlandırılmaması, noksana uğratılmaması gerekmektedir. Buradan kalkarak
daha özlü bir şekilde diyebiliriz ki "yaşam hakkı", "insanın öldürülmezliği"
hakkından başka birşey değildir.
Oysa savaş yol açtığı ağır kıyım ve yıkımlarla insanın varlığına karşı en
ciddi tehdittir. Başta yaşam hakkı olmak üzere her türlü insan hak ve
özgürlüğünün alabildiğine çiğnendiği, yok edildiği nesnel bir durumdur. Bu
bakımdan savaşın hiçbir türüne destek vermemek; öldürmeyi öğreten, ölmeyi ve
öldürmeyi emreden her türlü şiddet mekanizması içinde yer almayı reddetmek
anlamına gelen vicdani redçilik ise, yaşam hakkını mutlak olarak savunmak
demektir. Öncelikle kendi yaşam hakkından yola çıkan vicdani retçi,
gerçekleştirdiği bu eylemi ile aynı zamanda başkalarının yaşam hakkının
koruyucusu ve güvencesi de olmaktadır.
Vicdani reddin dayandığı temel haklardan bir diğeri ise evrensel bildirgenin
18. maddesinde belirtilen "düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı"dır. Derin
inanışları da kapsar biçimde dinsel, ahlaki veya benzer nedenlerden
kaynaklanan vicdani ilkelerle ortaya çıkan vicdani red, düşünce ve vicdan
özgürlüğünün meşru bir kullanımı ve tezahüründen başka birşey değildir. Bu
tezahür ediş, doğal olarak beraberinde "düşünceyi ifade özgürlüğü" gibi
temel bir hakkın kullanımını da getirmektedir.
Düşünmenin ve düşünceyi ifade etmenin suç sayıldığı, bir çok yasal
düzenlemeyle engellendiği bir ülkede, bu hakların dolayımsız bir kullanımı
olan vicdani reddin de önünde elbette büyük zorluklar vardır. Vicdani
retçinin karşısına, düşüncelerini açıkladığı andan itibaren, "halkı
askerlikten soğutmak" gibi belirsiz bir suçu düzenleyen TCK, m.155 ve
olağanüstü yargı niteliğindeki askeri mahkemeler çıkmaktadır. Dolayısıyla,
vicdani redde ilişkin hak alma çabaları başarıya ulaştıkça "düşünceyi ifade
özgürlüğü" için verilen mücadelede önemli bir adım daha atılmış olacaktır.
Demokrasi ve Vicdani Red
Yurttaşların çoğunluğunun hala "kapıkulu" duygu ve zihniyeti ile körükörüne
bağlı olduğu bir devletin egemenliği altında yaşıyoruz. Bu, demokrasinin en
temel ögesi olan, verili olanı sorgulayan, eleştiren, reddeden ve
değiştirmeye çalışan "özgür iradelerin" yokluğu anlamına gelmektedir. Ordu
da, sözkonusu duygu ve zihniyetin yeniden üretiminin gerçekleştiği, devletin
en önemli ideolojik üretim aygıtlarından biridir. Dolayısıyla, her bakımdan
koşulsuz itaati isteyen bir kurumun sorgulanması ve işlevinin reddi
anlamındaki vicdani red; "tebaa" olmaktan, "kulluk"tan kurtulup "irade" ve
"eyleme" özgürlüğüne sahip, "birey" olmaya giden yolu açan önemli araçlardan
biri durumundadır.
Bireyin özgür iradesine dayalı bir çıkış olan vicdani red aynı zamanda bir
toplumsal değişim çağrısıdır. Bu çağrı, diğer tezahür ediş biçimlerinin
yanısıra önerdiği insan ilişkileri ile de gerçekleşir. Tahakkümcü, otoriter
ilişkilerin yaşandığı bir ortamda özgür iradelerin, bunlara dayalı vicdani
kanaatların oluşmasının mümkün olamıyacağı çok açıktır. Bu bakımdan hiçbir
iktidar ve tahakküm ilişkisine izin vermeyen, eşit ve özgür irade
sahiplerinin ilişki biçimi olarak taban demokrasisi, vicdani red hareketinin
daha doğru bir deyişle anti-militarist hareketin oluşmasının ve gelişmesinin
önkoşuludur. Bu önkoşul aynı zamanda, bugüne kadar yönetenler açısından
olduğu kadar, yönetilenler açısından da hep sorunlu bir kavram olan
demokrasinin yaşam biçimi haline gelmesi için bir öneri, bir imkanlılıktır.
Vicdani reddin reel düzlemde demokratikleşme ve hukuk mücadelesinin
zenginleşmesine yönelik katkısı ise çok daha yakın bir imkanlılık olarak
gözükmektedir. Bu, uluslarüstü hukuk normlarının benimsetilmesi uğraşısıdır.
Başka bir çok alanda olduğu gibi, bu alanda da T.C. devleti altına imza
attığı uluslararası sözleşmeleri ve kararları bir türlü uygulamamakta ve
yokmuş gibi davranmaktadır. Vicdani red hakkına ilişkin uluslararası düzeyde
alınmış kararların ve yapılmış sözleşmelerin iç hukuk kuralı haline
getirilmesi yönünde sağlanacak bir başarı bir çok açıdan örnek
oluşturacaktır. Diğer alanlardaki uğraşılar ile karşılıklı etkileşim
içindeki bu katkı, genel demokrasi ve hukuk standartının yükselmesi anlamına
da gelecektir.
Barış ve Vicdani Red
Bugün ulaşılan noktada, savaşın getirdiği yıkım, hiç kimsenin hatta savaşı
sürdüren güçlerin bile tahammül edemeyeceği boyuttadır. Bir çözüme ulaşma ve
barış talebi, tüm ağırlığı ile kendini dayatan bir gerçekliktir. Ne var ki
savaşan güçler, savaşı kendileri açısından rasyonalize eden, meşrulaştıran,
gerekliliğini mutlak kılmaya çalışan ve biraz dikkatlice incelendiğinde
benzerlikler taşıdığı görülen bir söyleme sahipler. Bu söylemin ve onu
oluşturan düşünüş biçiminin içinde kalarak, gerçekten savaşa karşı bir tutum
geliştirmek ve çözüm üretmek mümkün değildir. Kurumsal şiddeti onaylayan tüm
siyasal, toplumsal amaçları yadsımak; savaşın hiçbir türüne destek vermemek;
herhangi bir savaş mekanizması içinde yer almayı reddetmek anlamındaki
"vicdani red", taraflardan tümüyle bağımsız ve üçüncü bir seçeneğin
varolduğunu açık ve net olarak göstermektedir. Bu, aynı zamanda, savaşın
insan kaynaklarının kurutulması çağrısını da içermektedir. Bu çağrının
karşılık bulması halinde savaşı durdurabilme ve gerçekten savaş yanlısı
güçlerden bağımsız, adil bir çözüm üretebilme imkanı yakalanabilecektir.
Son günlerde yaşanan gelişmeler, özellikle kazadan sonra açığa çıkan siyasal
gerçekler açıkça göstermiştir ki; barış, demokrasi ve insan hakları
mücadelesinin önündeki asıl engel militarizmdir. Savaşın sürmesini isteyen
de "o" dur. Başta faili meçhul cinayetler olmak üzere her türlü insan
hakları ihlalinin sorumlusuda "o" dur. Artık militarizmi doğrudan hedef
almadan sürdürülecek olan demokrasi ve insan hakları mücadelesi ile bir
sonuca ulaşmak mümkün görünmemektedir. Bu bakımdan militarizmi doğrudan
sorgulamaya alan, onu güçlendirecek her türlü ilişkiden kendini muaf tutmayı
amaçlayan vicdani reddin barış, demokrasi ve insan hakları mücadelesinin bir
bileşeni olarak önemi görmezden gelinemez.
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
VİCDANİ REDDE İLİŞKIN KARAR ÖRNEKLERİ
1. BIRLEŞMIŞ MILLETLER
Askerlik hizmetini vicdani redle ilgili 1993 yılı kararı
(8 Mart l993 dökümanı E/CN 4/1993/L.107: "Gençliğin, askerlik hizmetini
vicdani red sorusunu kapsayacak biçimde, insan haklarırının desteklenmesi ve
korunması içerisindeki rolü".)
Avusturya, Kosta Rika, Rusya Federasyonu, ABD, Kanada, Hollanda, Portekiz ve
Birleşik Krallık (İngiltere ve Kuzey İrlanda) tarafından hazırlanmıştır.
Insan Hakları Komisyonu;
-Tüm Üye Devletler'in, insan haklarını ve temel özgürlükleri destekleme ve
koruma ve çeşitli uluslararası insan hakları belgeleri, Birleşmiş Milletler
Şartı ve insancıl hukuk çerçevesinde üzerine aldığı yükümlülükleri yerine
getirme ödevleri olduğunu tekrarlayarak,
- Insan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin, yaşam hakkı, kişi özgürlük ve
güvenliği, düşünce, vicdan ve din, vicdani red haklarını düzenleyen 3 ve 18.
maddelerini hatırlayarak,
- Uluslararası Sivil ve Siyasal Haklar Sözleşmesi tarafından tanınan,
herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahip olduğunu akılda tutarak,
- Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkının yasal uygulaması olarak herkesin
askerlik hizmetini vicdani red hakkı olduğunu tanıyan Mart l989 tarihli
89/59 sayılı tavsiye kararını hatırlayarak
- Genel Kurul'un l985 yılını "Uluslararası Gençlik Yılı, Katılım, Gelişme,
Barış" olarak adlandırdığı 17 Aralık 1979 yılı 34/15 nolu kararı, Genel
Kurul'un; genç insanların anlayışla, tüm insanlar için barış, adalet ve
saygı ruhuyla büyütülmesi gerektiğini düzenleyen Aralık 1965, 2037 (XX) ve
19 Aralık 1968, 2447 (XXIII) sayılı tavsiye kararlarını akılda tutarak,
- Pek çok ülkede askerlik hizmetini vicdani reddi sağlamaya dair devam eden
gereksinime dikkat çeken Alt- Komisyon Özel Raportörü'nün düzenşediği insan
hakları ve gençlik hakkındaki sonuç raporuna ( E/CN.4/Sub.2/1992/36) dikkat
ederek,
- askeri hizmeti yapan insanların, vicdani red geliştirebileceğinin
bilincinde olarak,
- askeri hizmeti vicdani reddin, derin inanışları da kapsar biçimde dinsel,
ahlaki veya benzer nedenlerden kaynaklanan vicdani ilkelerden ve nedenlerden
ortaya çıktığının farkına vararak,
1. Uluslararası Sivil ve Politik Haklar Sözleşmesi m. 18'de olduğu kadar
Insan Hakları Evrensel Bildirgesi m.18'de de belirtildiği gibi, herkesin
düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkının meşru kullanımı olarak askerlik
hizmetini vicdani red hakkı olduğuna dikkat çeker,
2. Zorunlu askerlik hizmetini yapmakta olan kişilerin, askerlik hizmetini
vicdani red hakkının dışında bırakılamayacağını belirtir,
Askerlik hizmetini vicdani redle ilgili pek çok yerel yasanın var olduğu
gerçeğinin farkına varır,
3. Eğer henüz yapılmadıysa, askerlik hizmetini vicdani reddi samimi temelde
ele alan , askeri hizmetten ayrık tutmayı amaçlayan yasalar yapılmasını ve
önlemler alınmasını Devletlerden rica eder,
4. Vicdani retçiler için, tavsiye kararlarında, vicdani red nedenleriyle
uyarlı pek çok alternatif hizmeti tanıttıklarını, bu doğrultuda, bazı
Devletlerin deneyimlerini akılda tutarak, vicdani redçileri hapis cazasına
mahkum etmekten kaçındıklarını, bu koşulları hazırlamamış olan zorunlu
askeri hizmet sistemi bulunan ülkelere hatırlatır,
5. Bu tür hizmetlerin kamu nezdinde silahla ilgisi bulunmayan
(non-combatant) veya sivil karakterli olması gerektğini ve cezalandırıcı
niteliğinin bulunmaması gerektiğini vurgular,
6. Eğer henüz yapılmadıysa, Üye Devletlerden, kendi ulusal yasal
sistemlerinin çatısı içinde vicdani reddin uygun olmadığına özel durumlarda
karar verecek, bağımsız ve tarafsız yapılar oluşturulmasını rica eder,
7. Askeri hizmetten etkilenen tüm ilgili kişilere askerlik hizmetini vicdani
red ve vicdani redçi statüsüne sahip olmak için gerekli vasıtaların
bilgisinin ulaşılabilir olmasının önemini belirtir.
8. Genel Sekreter, varolan kararları Birleşmiş Milletlerin tüm Üye
Devletleri'nden etmesini ve askeri hizmeti vicdani red hakkının, Birleşmiş
Milletler'in tüm komuoyunun bilgilendirilmesi etkinliklerinin içerisinde yer
almasını talep eder,
9. Genel Sekreter aynı zamanda, Komisyon'dan, askerlik hizmetini vicdani red
konusundaki elllibirinci oturumunda, Hükümetler tarafından üretilen
dilekleri ve kendisine ulaşan bilgileri rapor etmesini talep eder,
10.Bundan sonra bu konunun, ellibirinci oturumunun gündemini oluşturan
"Gençliğin, askerlik hizmetini vicdani red sorusunu kapsayacak biçimde,
insan haklarının desteklenmesi ve korunması içerisindeki rolü" başlığını ile
dikkate alınmasına karar verir.
Yanısıra;
BM Insan Hakları Komisyonu, vicdani red konusuna 1981 yılında değinmiştir.
Evrensel Insan Hakları Bildirgesi ve Uluslararası Sivil ve Politik Haklar
Sözleşmesinde herkesin düşünce, vicdan ve din hakkı olduğu tanınmıştır.
Komisyon, 1989'daki kararı içinde (karar no 1989/59) 'Uluslararası Sivil ve
Politik Haklar Sözleşmesi m. 18'de olduğu kadar Insan Hakları Evrensel
Bildirgesi m.18' de belirtildiği gibi, herkesin düşünce,vicdan ve din
özgürlüğü hakkının meşru uygulaması olarak askerlik hizmetini vicdani red
hakkı olduğunu tanır.' Aynı zamanda Komisyon, üye devletleri, 'bu tür
koşulları hazırlamamış zorunlu askeri hizmet sistemi olanları (üye
devletleri)... 'ilkesel olarak kavgacı olmayan (non-combatant) (paragraf 4),
sivil karakterli ve kamu yararına alternatif hizmetlerin değişik biçimlerini
vicdani redcilere tanıtması (paragraf 3) doğrultusunda uyarır.
8 Mart 1995 tarihli kararında (Karar 1995/ 83), Insan Hakları Komisyonu daha
önceki kararlarını tekrar etti ve 'henüz yapılmadıysa, askeri hizmeti
vicdani red temelinde bağışıklıkları amaçlayan yasaların yapılması ve yeni
mesafeler alınmasını Devletlerden ısrarla talep etti. '
(Aşağıdaki çeviriler, Insan Hakları Helsinki Federasyonu Hollanda
..............tarafından yayınlanan "Yunanistan ve Türkiye'de Vicdani Red"
adlı broşürden alınmıştır.)
2. AVRUPA GÜVENLIK VE IŞBIRLIĞI KONFERANSI
1990 Kopenhag Belgelerinde, paragraf 18.1- 18.2 şöyle der;
(18) Katılımcı devletler
(18.1) - Birleşmiş Milletler Insan Hakları Komisyonu, herkesin, askeri
hizmeti vicdani redde hakkı olduğunu tanıdığını kaydederek
(18.2) - pek çok katılımcı devlet tarafından, askeri hizmetten hizmetten
vicdani red temelinde bağışıklıklara izin vere yeni mesafeler alındığını
kaydederek
(18.3) - pek çok hükümetler dışı organizasyonun, askerlik hizmetini vicdani
red konusundaki aktivasyonlarını kayıtlayarak
(18.4) - vicdani red nedeniyle uygun, ilkesel olarak kavgasız (non-
combatant) veya sivil karakterli alternatif hizmetleri, henüz yapılmayan
yerlerde, kamu yararına ve cezalandırıcı olmayan karakterde tanıtmayı
dikkate alır ve bu konuda hemfikir olur
(18.5) - bu konuda kamuoyuna bilgi vermeyi olanaklı kılar
(18.6) - Insani Boyut Konferansı çatısı içinde, silahlı hizmeti vicdani red
temelinde, zorunlu askeri hizmetten bağışıklıkla ilgili bireylerin benzer
soruları olduğunda mütalaa içinde olunacak ve bu sorularla ilgili bilgi
alışverişinde bulunur.
3. AVRUPA KONSEYI
Avrupa Konseyi, ilk olarak 1967 yılında, 337 nolu kararı ve 478 nolu tavsiye
kararı ile vicdani red hakkını konusunda kendisini açıklamıştır. Bundan
sonra, Parlamenterler Asamblesi ve Başkanlar Komitesi çeşitli nedenlerle
konuya gönderme yapmıştır. 1987 yılında Başkanlar Asamblesi bir karar (no. R
(87) 8) içinde ' zorunlu askerlik hizmetinden sorumlu olan, vicdani
nedenlerin zorlamasıyla silah kullanmayla ilişkilenmeyi reddeden herkes bu
hizmeti yapma yükümlülüğünden kurtarılma hakkına sahip olmalıdır...Bu
kişiler, alternatif hizmetler yapmaya sorumlu tutulabilir.' (paragfaf 1)
Daha ötesi, 'alternatif hizmet... ilkesel olarak sivil ve kamu yararına
olmalı' (paragraf 9) ve 'cezalandırıcı nitelikte olmamalıdır' (paragraf 10).
4. AVRUPA BIRLIĞI
...Türkiye, (üye olarak henüz kabul edilmemekle birlikte- çn) Avrupa Birliği
ile ilişkilendirilmiştir ve AB ile yeni gümrük birliği anlaşmasının Avrupa
Patlementosu tarafından onaylandığını görmek istemektedir. Bu nedenle,
Türkiye' nin insan hakları sicili, Parlemento tarafından sürekli olarak
incelenmektedir. Türkiye' nin Avrupa gümrük-birliği üyesi olabilmesi ve
insan hakları konusu nedeniyle yükselen tansiyon sonucunda Türkiye ile AB
arasında defalarca askıya alınan görüşmeler için Avrupa Parlamentosu' nun
onay vermesi gerekmektedir.
.....
Avrupa Parlamentosu'nun vicdani red ve alternatif sivil hizmet konusundaki
'özgürlük ve toplumun tüm üyelerine eşit davranma ilkesine tamamen saygıyla,
askere alınan herkesin, silahlı veya silahsız askeri hizmeti, vicdan
temelinde herhangi bir zamanda reddetme hakkını garanti etmeye çağıran'
birinci paragrafı, 13 Ekim 1989 yılında adapte edildi. Karar aynı zamanda,
alternatif sivil hizmet hakkının Avrupa Insan Haklarını Koruma ve Temel
Haklar Sözleşmesi içerisine bir insan hakkı olarak alınması için Komisyon ve
AB'nin Üye Devletlerine, AB'ne baskı yapmaları için çağrı yapmaktadır.
(paragraf 11)
11 Mart 1993 tarihli kararda Avrupa Parlamentosu 'BM Insan Hakları
Komisyonu' nun 89/59 nolu kararı ile askerlik hizmetini vicdani reddin
tanıdığı gibi, vicdani red hakkının, Üye Devletlerin yasal sistemleri
içerisine alınması gerektiğini addeder' (paragraf 46). Yine, 'Af Örgütü
tarafından pek çoğu düşünce suçlusu (prisoners of conscience) olarak kabul
edilen vicdani redçilerin yargılanmaları ve hapsedilmelerini kınar'
(paragraf 50) ....
Geçen yıl (19 Ocak 1994) Avrupa Parlamentosu 'vicdani reddi, Birleşmiş
Milletler Insan Hakları Komisyonu'nun 1989/59 nolu kararında tanındığı gibi,
gerçek kişisel bir hak olarak addeden' başka bir kararı da adapte etti. ..
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
*******
*******
****** A-Infos Haber Servisi ******
Anarşistlerle ilgili ve anarşistleri ilgilendiren haberler
******
TALİMATLAR: lists@ainfos.ca
YANITLAR: a-infos-d@ainfos.ca
YARDIM: a-infos-org@ainfos.ca
WWW: http://www.ainfos.ca/
BİLGİ: http://www.ainfos.ca/org
-A-infos'tan tek dilde ileti almak için lists@ainfos.ca'ya aşağıdaki mesajı gönderin:
unsubscribe a-infos
subscribe a-infos-X
X = en, ca, de, fr, it, pt, vb. (yani, dil kodudur)
A-Infos Information Center